6 Ekim 2008 Pazartesi

GÜZEL BEYİTLER

*Canıma bir merhaba sundu ezelden çeşm-i yâr / Öyle mest oldum ki gayrin merhabasını bilmedim (Ahmet Paşa)
*Hani ol gül gülerek geldiği demler şimdi / Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz(Mahir)
*Dene altunu mihenk taşında / Dahi insanı bir iş başında
*Bir gül dedi bülbül güle, Gül gülmedi gitti / Gül bülbüle, bülbül güle, Yar olmadı gitti
*Bakmamıştır, dönüp hayatıma / Ağlayanlar, bugün, vefatıma (A.Nihat Asya)
*Kimsesiz kimse yok, herkesin var bir kimsesi / Kimsesiz kaldım yetiş, kimsesizler kimsesi
*Canı canan dilemiş vermemek olmaz ey dîl / Ne nîza eyleyelim ol ne senindir ne benim (Fuzuli)
*Düşenin dostu olmaz demişler düşte görürsün, / Sen o zaman dostları, düşte görürsün
*Varlığından şu güzel ülkeyi kurtarsak da / Adımından kalan izler, lekedir toprakta. (A.Nihat Asya)
*Nerde gölgen, Ey Osman'ın o büyük / Çınarından kalan zavallı kütük. (A.Nihat Asya)
*"Suyu yokmuş... bu haliyle ay toprağı neye yarar?" / Diyenlere cevap: "Teyemmüm etmeye yarar" ( A.Nihat Asya)
*Gün olur... bin giden, on erle döner / Fakat zaferle döner! (A.Nihat Asya)
*Millet, vatan ve din ona-ömrünce- verdi güç / Ay gökyüzünde birdi, Onun bayrağında üç.(A.Nihat Asya)
*Padişahı âlem olmak bir kuru kavga imiş / Bir veliye bende olmak cümleden âlâ imiş. (Yavuz Sultan Selim)
*Yazı yazmak istersen, al eline kalemi durma yaz / Yazı yazmak istemezsen, al eline kazmayı durma kaz.
*Yazı yazan hem güldür hem çiçek / Yazı yazmayan hem öküzdür hem eşek
*Kelamın fizza ise sükut eyle olsun zeheb / Kemal ehli kemâlâtı böyle buldu hep.
*Gökten nazire indi sihamı kazasına / Nef'î diliyle uğradı Hakkın belasına NEFİ
*Tok olan cümle âlemi tok sanır / Aç olan âlemde ekmek yok sanır.
*Çağrıldığın yere erinme / Çağrılmadığın yerde görünme
*Kendi kendine ettiğin âdem / Bir yere gelse idemez âlem.(Adlî)
*Adam, adamdır eğer olmaz ise bir pulu / Eşek yine eşektir, atlastan olsa çulu.(La edri)

İLETİŞİMDE DİLİN İŞLEVİ

İLETİŞİMDE DİLİN İŞLEVİ
1GÖNDERGESEL İŞLEV:
Bir ileti dilin göndergeyi olduğu gibi ifade etmesi için düzenlenerek oluşturulmuşsa dil göndergesel işlevde kullanılmıştır. Bu başka bir ifadeyle dilin bilgi verme işlevidir. Burada amaç, gönderge konusunda doğru, nesnel, gözlemlenebilir bilgi vermektir. Bu işlev daha çok kullanma kılavuzlarında, nesnel anlatılarda, bilimsel bildirilerde, kısa not ve özetlerde karşımıza çıkar.
ÖRNEK: “ Hegel’in felsefesinin çıkış noktası bilim değil, tarihtir.”
2.HEYECANA BAĞLI İŞLEV:
Bir ileti, göndericinin iletinin konusu karşısındaki duygu ve heyecanlarını dile getirme amacıyla oluşturulmuşsa dil heyecana bağlı işlevde kullanılmıştır. Bu işlev, göndericinin kendi iletisine karşı tutum ve davranışını belirtir. Bu işlevde çoğunlukla duygular, heyecanlar, korkular, sevinç ve üzüntüler dile getirilir. Dilin göndergesel işlevinde nesnellik, heyecana bağlı işlevinde öznellik hâkimdir. Özel mektuplarda, öznel betimlemeler ve anlatılarda, lirik şiirlerde, eleştiri yazılarında dilin heyecana bağlı işlevinden sıkça yararlanılır.
ÖRNEK: “Ben bu davranışınızı etik bulmuyorum, siz yanlış davranıyorsunuz.”
3.ALICIYI HAREKETE GEÇİRME İŞLEVİ:
Bu işlevde ileti alıcıyı harekete geçirmek üzere düzenlenmiştir. İletinin bir çeşit çağrı işlevi gördüğü bu işlevde amaç, alıcıda bir tepki ve davranış değişikliği yaratmaktır. Propaganda amaçlı siyasi söylevler, reklâm metinleri, genelgeler, el ilanları genellikle dilin bu işleviyle oluşturulur. Dilin alıcıyı harekete geçirme işleviyle hazırlanan metinlerde gönderici, iletiyi alanı işin içine sokmayı, onu sorgulamayı ister.
ÖRNEK: “Sınıfı hemen terk et.”
4.KANALI KONTROL İŞLEVİ:
Bir ileti, kanalın iletiyi iletmeye uygun olup olmadığını öğrenmek amacıyla düzenlenmişse dil, kanalı kontrol işlevinde kullanılmıştır. Gönderici ile alıcı arasında iletişimin kurulmasını, sürdürülmesini ya da kesilmesini sağlayan bu işlevde iletinin içeriğinden çok iletişimin devam ettirilmesi olgusu ağır basar. Törenlerde, uzun söylevlerde, aile yakınları ya da sevgililer arasındaki konuşmalarda; dilin kanalı kontrol işlevini yansıtan iletiler sıkça kullanılır.
ÖRNEK: “Beni anladınız değil mi?”
5.DİL ÖTESİ(ÜST DİL)İŞLEVİ:
Bir ileti dille ilgili bilgi vermek üzere düzenlenmişse o iletide dil, dil ötesi işlevde kullanılmıştır. Dilin dil ötesi işlevinde iletiler, dili açıklamak, dille ilgili bilgi vermek için düzenlenir. Daha çok bilimsel metinlerde ve öğretme amaçlı konuşmalarda karşımıza çıkan ve “yani, demek istiyorum ki, bir başka deyişle” gibi sözcüklerde kendini gösteren dil ötesi işleve, günlük yaşamda da sıkça başvurulur.
ÖRNEK: “Beni yanlış anlamayın, ben bu sözcüğü mecaz anlamda kullandım.”cümlesinde ileti, dille ilgili bilgi vermek, başka bir iletiyi açıklamak üzere düzenlenmiştir.

metin- edebi metin

METİN – EDEBî METİN

Metin: Bir yazıyı şekil, anlatım ve yazım özellikleriyle oluşturan kelimelerin tamamına metin denir.

Edebî Eser (Edebi Metin); Tanımı ve Özellikleri
İnsanın duygu ve düşüncelerini; özlem ve dileklerini estetik ölçüler içinde anlatan ve okuyucuda güzellik duygusu yaratan dil ürünlerine edebî eser(metin) denir.
Özellikleri
· Edebî eser okuyanı etkilemelidir.
· Anlatımı güzel düşüncesi sağlam ve özlü olmalıdır.
· Konusu; ait olduğu toplumun ve yazıldığı dönemin özelliklerini yansıtmalıdır.
· Eser zamanın süzgecinden geçtikten sonra toplumca anlaşılıp beğenilmelidir.
· Duygu ve düşünceler belli bir edebî türe uygun olarak anlatılmalıdır.
· Eser estetik ölçüler içinde, belli bir sanat anlayışıyla yazılmalıdır

4 Nisan 2008 Cuma

KAFİYE UYAK

KAFİYE
Kafiye, en az iki mısra sonunda. anlamı ayrı, yazılışı aynı iki sözcük arasındaki ses benzerliğidir.
Kafiyenin sağladığı hususlar şunlardır:
a) Her mısraın ahenkli bir durgu ile kesilmesini sağlar.
b) Kafiye şiirin akılda kolayca kalmasını temin eder.
c) Anlamca ilgisiz görünen mısraları kaynaştırır.
d) Yeni fikirlerin bulunmasına katkıda bulunur.
e) Şiire söyleyiş güzelliği kazandırır.
Kafiyenin şartları:
1-Mısra sonundaki sözlerin ses bakımından benzemesi, anlamın ayrı olması gerekir.
Yollarda kalan gözler
Yıllardır seni gözler
mısralarında birinci “gözler” gözün çoğul şeklidir; ikinci “gözler” ise gözlemekten geniş zamandır. Her ikisi de aynı anlama gelseydi redif olurdu.
2- Kafiyeler kesinlikle rediften sonra gelmezler.
Vardım ki bağ ağlar, bağban ağlar
Sümbüller perişan, güller kan ağlar
“Bağban” ve “kan” kelimelerindeki -an sesi kafiye, ağlar kelimesi ise rediftir. Şayet şiir “... ağlar kan”, “... ağlar bağban” diye bitseydi -an sesi kafiye olur; fakat ağlar sözcüğü redif sayılmazdı.
3- Bir kelimenin redif olabilmesi için kendinden evvel mutlaka bir kafiyenin bulunması gerekir. Görevi ayrı olan bazı ekler kendinden önce kafiye olmadığı için -aslında redif oldukları halde- kafiye sayılır.
Sultan Murat eydür gelsin göreyim
Nice kahramandır ben de bileyim
mısralarındaki “gör-` ve “bil-” fiil köklerinde benzer ses yoktur. Aynı mısralardaki -eyim ekinin görevi aynı olduğu için rediftir; fakat kendinden önce kafiye bulunmadığı için kusurlu olarak kafiye sayılır. Ya da sadece -e sesi yarım kafiye sayılıp -yim redif kabul edilir. Bu konuda kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Halk edebiyatı sözlü olduğu için r ve l sesinin kulağa birbirine yakın gelmesinden kaynaklanan bu tür kafiyeler halk şiirinde görülen bir husustur. Boğazdan çıkışına göre aynı grupta yer alan sesler arasında çok az da olsa kafiyenin varlığından söz edebiliriz.
4- Halk edebiyatında kalın sesliler (a, ı, u, o) ile ince sesliler (e, i, ü, ö) kafiyelendirilmiş olabilir.
Bakmaz mısın Karac'oğlan halına
Garip bülbül konmuş gülün dalına
Kadrin bilmeyenler alır eline
Onun için eğri biter menevşe (Karac'oğlan)
5- Kafiye ve rediflerin tespitinde Türkçe'deki yapım ve çekim eklerini iyi bilmek gereklidir.
6- Art arda gelen mısralar içinde birbirine benzeyen seslerin sık ve ahenk sağlayacak güzellikte kullanılmasına aliterasyon denir.
Ak sütünü emdiğim kadınım ana
Ak pürçekli, izzetli canım ana
Akar sularına kargımagıl
mısralarındaki ak sesinin tekrarı ile aliterasyon yapılmıştır.
7- Kafiyede aranan nitelik sesin benzemesidir. Yazılışı başka başka olan kelimeler, aynı sesi verdikleri takdirde kafiyeli olabilirler.
Birdenbire sıyrıldı gözümden çözülen bağ
Bir hâtıranın dağdaki yâdıydı bu membâ
beytinde “bağ” ve “membâ” kelimelerini telaffuz ettiğimiz zaman bağ kelimesindeki ğ sesi zayıftır, membâ kelimesini telaffuz ederken bağ kelimesinin sonundaki ğ sesine yakın bir ses çıkar. Bu çeşit kafiyeler ses bakımdan yarım kafiyeden daha hafif bir benzeyiştir.
8- Nesir cümlelerinde tekrar edilen seslere seci denir. Özellikle Divan nesrinde bulunur.
Gözlerin nuru, gönüllerin süruru; başımızın tacı, dil ehlinin miracı... gibi
9- Ayrıca uzun bir sesli (â, û, î) ile oluşan kafiyeler de uzun sesliler iki ses değerinde kabul edildiği için tam kafiye sayılır.
İstiklâl Marşı'nın fedâ, şühedâ, Hüdâ ve cüdâ kelimeleriyle biten dörtlüğünün kafiye şeması aaaa olduğu için kafiye -edâ ve -üdâ seslerinde değil -dâ sesindedir. Şemada aynı harf ile gösterilen kelimeler arasındaki ortak ses kafiye kabul edilir.
10 - Rûhumun senden İlâhî, şudur ancak emeli
Değmesin ma‘bedimin göğsüne nâ-mahrem eli
Bu ezanlar -ki şehâdetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli
mısralarında "emeli" kelimesi diğer mısralarda da aynen geçtiği için tunç kafiye sayılır. Tunç kafiyeleri zengin kafiye saymak yaygın bir görüştür. Birinci, ikinci ve üçüncü mısralardaki -i sesi redif değildir; çünkü dördüncü mısradaki “i” sesi iyelik -i'si değildir. Kafiye sadece üç mısrada olsa idi o zaman bu ek redif olurdu.

31 Mart 2008 Pazartesi

vurgu ve örnekler

TÜRKÇENİN HECE YAPISI VE HECE ÇEŞİTLERİ
VURGU*
Konuşma amacıyla çıkarılan ses dizisinde hecelerden birinin diğerlerine göre daha baskılı, daha kuvvetli olarak söylenmesine vurgu denir. Konuşmanın tekdüzelikten kurtarılması dilin doğasındaki vurgu ile sağlanmaktadır.
Vurgu, dilin bünyesinden ve konuşanın ruh hâlinden kaynaklanır. Bu sebeple vurgu, iki çeşittir:
1. İSTEĞE BAĞLI VURGU
Konuşanın isteğine ve kullanışına göre değişen, dilin doğal vurgusu dışında yapılan vurgudur. Konuşmanın etkisini artırmak, konuşmaya ahenk vermek, dinleyenleri etkilemek amacıyla yapılır. Pekiştirme vurgusu ve ahenk vurgusu olmak üzere ikiye ayrılır:
a) Pekiştirme vurgusu
Duygu ve düşüncenin şiddetini, derecesini göstermeye yarayan vurgudur: Çok güzel! Enfes! Berbat! Çek git! Zevksiz adam! Kim alacaksa alsın!
b) Ahenk vurgusu
Genellikle bir dinleyici grubuna karşı yapılan konuşmalarda ve şiir okumada sözün etkisini, ahengini artırmak, dinleyenler üzerinde olumlu bir etki uyandırmak amacıyla isteğe bağlı olarak yapılan vurgudur:
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
2. DOĞAL VURGU
Dilin yapısı ve kelimenin anlamıyla doğrudan ilgili olan, konuşana ve kullanışa göre değişmeyen, herkes tarafından uyulması gereken vurgudur. Doğal vurguya uyulmadığı zaman dilin yapısı bozulur. Bazen de söylenmek istenenle ortaya çıkan anlam birbirinden farklı olur.
Batı dillerinden bazılarındaki gibi, Arapçadaki gibi çok kuvvetli bir vurgu Türkçede yoktur. Türkçede vurgulu hecelerle vurgusuz heceler arasında fazla şiddet farkı olmadığı için vurgulu heceyi ayırt etmek zordur. Kelimede hangi hecenin vurgulu olduğunu doğru tespit etmek için her defasında farklı bir hece diğerlerinden abartılı bir biçimde söylenir. Bu söyleyişlerden hangisi kulağa anormal gelmezse vurgu o hece üzerinde demektir. Meselâ, u-nut-ma keli­mesinde ma hecesi dışındaki heceler vurgulu okunduğu zaman anormallik sezilmektedir. Demek ki bu kelimede vurgu son hecededir.
Dil birliklerine göre; kelime vurgusu, grup vurgusu ve cümle vurgusu olmak üzere üç çeşit doğal vurgu vardır:
a) Kelime vurgusu
Kelimedeki hangi hecenin diğerlerinden daha şiddetli vurgu taşıdığını gösterir. Türkçede kelimelerin genellikle son hecesi vurguludur. Yapım ekleriyle kelime genişletildikçe vurgu son heceye kayar: anne, durak, konut, sözlük; düşüncesizlik, çekingen.
Türkçenin bu genel vurgu sistemine uymayan, vurgusu son hecede olmayan kelimeler de vardır. Bunlardan başlıcaları aşağıda sıralanmıştır:
· Yer adlarında ve coğrafî adlarda vurgu genellikle ilk hecede olur. Yer adlarından yabancı olanların Türkçe söylenişinde ise vurgu, sondaki heceden öndeki hecelere doğru geçer: Ankara, Kayseri, Erzurum, Türkiye, Asya, Avrupa; Almanya, İngiltere, Münih.
-istan ile biten adlarda (ve yer adlarında) vurgu sondadır: Gülistan; Türkistan, Hindistan, Yunanistan, Kazakistan.
· Zarfların çoğu: ahmakça, ansızın, artık, ayrıca, belki, demin, gayet, hâlâ, hatta, iyice, kurnazca, öğleyin, önce, sonra, şimdi, şöyle, yalnız, yarın, yine, zorla.
· Ünlem ve ünlem olarak kullanılan adlarla hitaplarda vurgu ilk heceye geçer: acaba, aferin, arkadaş!, Aslan!, baba!, beyefendi!, elbette, evet, garson!, Güler!, haydi, hayır, işte, Mehmet!, peki, yahu.
· Dil adları: Almanca, Arapça, Farsça, Rusça, Türkçe.
· Küçültme eki almış bazı sıfatlar: alçacık, azıcık, daracık, incecik, kısacık, küçücük, ufacık, yumuşacık.
· (Geniş zaman çekimi dışında) -ma, -me olumsuzluk eki almış fiiller: aldatmadılar, gitmemek, istemeyecek, kalkmıyor, konuşmamak, oturmayacaklar, uyumayın.
· Yukarıdaki maddelere girmeyen bazı kelimeler: anne, banka, çekirge, görümce, karınca, masa, posta, radyo, teyze, yenge.
· Birleşik kelimelerden bazıları: bugün, biraz, birçok, onbaşı, başçavuş, cumartesi, ayakkabı, kahverengi.
Bu kelimelere vurgulu ek geldiği zaman da (vurgu, kelime tabanının son hecesinde olmadıkça) vurgunun yeri değişmez: annelik, Almancadan, Ankara’da, Bolu’dan, karıncaya, masayı, önceki, radyoda, Türkçenin, yarınki.
Çekim eki almış kelimelerde vurgu çoğunlukla çekim eki üzerindedir. Vurgusuz bazı çekim ekleri ise vurguyu kendilerinden önceki heceye atarlar. Vurguyu önceki heceye atan vurgusuz çekim ekleri aşağıda sıralanmıştır:
· -n vasıta hâli eki: baharın, güzün, kışın, yazın.
· -la / -le eki: atla, babamla, bıçakla, çocukla, kalemle.
· -ca / -ce ve bunun genişlemiş şekli –casına / -cesine eki: açıkça, bence, güzelce, onca, yüzlerce; alçakçasına, aptalcasına, delicesine.
· Soru eki: bildi mi?, öğrenecekler mi? sevecek misiniz?; Ankara mı?, güzel mi?, kitap mı?
· -dir eki: akıllıdır, bilmiştir, gelecektir, geniştir, kısadır.
· Kişi ekleri (Birinci ve üçüncü kişi emir ekleri dışında): geleceğim, görmeliyim, güzelsin, kalkın, kalmışsınız, oturunuz, yazarım, yazasın, yorgunum.
· -yor şimdiki zaman eki: alıyor, gülüyor, okuyor.
· Birleşik çekimlerde kullanılan hikâye (-di), rivayet (-miş) ve şart (-sa) ekleri: başlardı, çalışırsak, gidermiş, giderse okurdum.
-ken, -madan / -meden gibi bazı zarf-fiil ekleri de vurgusuzdur: almadan, başlarken, durmadan, giderken, uyumuşken, yazacakken.
-ınca ve -dıkça zarf-fiil eklerinde vurgu son hecede değildir: gittikçe, görünce, satınca, okudukça.
Dilin yapısıyla doğrudan doğruya ilgili olan vurgu, yanlış hecede yapılırsa anlam karışıklığı ortaya çıkar. Yalnız kelimesinin yanlız şeklinde söylenmesi nasıl bir dil yanlışıysa, meselâ okuyan kelimesinin ilk hecesinin vurgulu söylenmesi de aynı derecede önemli, bir dil yanlışıdır. Başka millete mensup insanlardan Türkçeyi yeni öğrenenlerin Türkçedeki vurguları kendi dillerindeki gibi vurgulamalarında ve vurgunun yer değiştirmesiyle anlamlarını veya türlerini değiştiren kelimelerde bu durum açıkça görünür:
bebek: küçük çocuk Bebek: İstanbul'da bir semt
kurtuluş: kurtulma, istiklâl Kurtuluş: Ankara'da bir semt
kartal: bir kuş Kartal: İstanbul'da bir semt
bayat: taze olmayan Bayat: Oğuzların bir boyu
garson : isim Garson!: Hitap, ünlem
yalnız: sıfat veya zarf yalnız: bağlama edatı
okuma: kıraat okuma: okumamaktan emir
bıçakla: bıça klamaktan emir bıçakla: bıçak ile
Türkçede asıl vurgu yanında ikinci derecede bir kelime vurgusu daha vardır: Kelimenin asıl vurgusu sonda ise, ikinci derecedeki vurgu ilk hecede; asıl vurgu ilk hecede ise, ikinci derecedeki vurgu son hecede bulunur: annemin, babamın, deminki, evdeki, Kurtuluş.
Türkçede vurgu bakımından en zayıf hece, orta hecedir.
b) Grup vurgusu
Kelime gruplarında hangi hecenin daha şiddetle vurgulanacağını gösterir. Bir kelime grubunu oluşturan kelimelerden her birinin ayrı ayrı vurgusu olduğu gibi, kelime grubunun da, kelime vurgusunun üstünde, kendine özgü bir vurgusu vardır. Grup vurgusu, grubu oluşturan kelimelerdeki vurgulardan daha şiddetlidir.
Türkçede grup vurgusu, yardımcı unsur olan (grubun başında yer alan) kelimenin vurgusunun bulunduğu hecededir: beyaz kitap, otuz kalem, evdeki hesap, evin kapısı, masa örtüsü, yuvarlak masa, dilim dilim, gitgide, koşa koşa, çarçabuk, su hava ateş ve toprak, Ali ile Veli, Kızılırmak, Çanakkale, zikretmek, alay etmek, yapıvermek, Osman Bey, Mustafa Kemal Paşa, Fahriye abla, Oğuz Kağan, ey oğul, on iki, güneşe karşı, bunun için, yazı yazmak, okula gitmek, işten dönüş, yuvaya koşan, kitap

fuzuli'nin gazelinin açıklaması

GAZEL

Demiş her goncaya âşıklığım râzın sabâ derler
İl ağzın dutmak olmaz korharam ey gül sana derler
(Diyorlar ki, bahar rüzgarı goncalara benim aşık olmamın sırrını açmış. El ağzını kapayamazsınız, ey gül korkarım ki bu sırrı sana da derler.)

Esir-i derd-i ışk u mest-i câm-ı hüsn çok amma
Biziz meşhur olan Leylâ sana Mecnûn bana derler
(Aşk derdinin esiri ve güzellik kadehinin sarhoşu olan çoktur. Ama meşhur olan biziz: Sana Leyla, bana da Mecnun derler.)

Senin mihr ü vefâ gösterdiğin ağyâra çok gördüm
Galatdur kim seni bî-mihr okurlar bî-vefâ derler
(Başkalarına sevgi ve vefa gösterdiğini çok gördüm. Bu bakımdan sana sevgisiz ve vefasız demelerine alışmışızdır ama bu doğru değildir.)

Bana derlerdi evvel bir melektir sevdiğin hâlâ
Görenler sen fakire gökten inmiş bir belâ derler
(Önceleri bana, senin sevdiğin bir melektir derlerdi. Şimdi ise aslında fakir olan senin için gökten inmiş bir beladır demektedirler.)

Fuzûlî âşıka anlar ki derler terk-i aşk eyle
Demezler mi hatâ tağyir kıl hükm-i kazâ derler
(Fuzuli, âşıka aşkı terk et diyenler yanlış konuşurlar. Bunu söylemekle Allah’ın kazasının hükmünü değiştir demek arasında fark yoktur.)

Fuzuli

1. Yukarıdaki şiirde ses ve anlam kaynaşmasından oluşmuş birimler hangileridir? Bu birimlerin ortak adı nedir?
2. Mısra sonlarındaki ses benzerlikleri ve ölçü bakımından birimler arasında bir birliktelik var mıdır? Bu yapıdan kaynaklanan bir özellik midir?
3. Şiirin kafiye ve ölçüsü birimlerin kendi içerisinde anlam bakımından da bir bütün oluşlarına neden oluyor mu? Birimleri tek tek ele alarak açıklayınız.
4. Birimler anlam bakımından birbirine nasıl bağlanmışlardır? Birimlerin anlamları üzerinde düşünerek ve paragraf paragraf bir metin oluşturur gibi bütüne doğru giderek belirleyiniz.
5. Divan edebiyatından bir örnek olan gazelle Rıfat Ilgaz’ın Uçurtma adlı şiirini karşılaştırınız. Kullanılan ölçü ve ses ile birimlerin oluşturulmasındaki farklılıkları gösteriniz.

yaradılış destanı

YARATILIŞ DESTANI
Daha hiçbir şey yokken Tanrı Kayra Hanla uçsuz bucaksız su vardı. Kayra Han’ dan başka gören, sudan başka görünen yoktu. Ay, yıldızlar, gök ve toprak yaratılmamıştı. Bütün tanrıların en büyüğü, varlıkların başlangıcı, insan oğullarının da ilk atası, Tanrı Kayra Han’ ın bu sade sudan alemde canı sıkılıyordu. O, yalnızlık içinde düşünürken suda bir dalga belirdi.Ak Ana denilen bir kadın hayali görünerek Tanrı ya “Yarat!” dedi, yine suya gömüldü. Bunun üzerine Kayra Han, kendine benzer bir varlık yaratarak Kişi adını koydu. Kayra Hanla Kişi, sonsuz suyun semasında iki siyah kaz gibi, rahatça uçmaya koyuldular. Fakat Kişi bundan memnun olmadı. Hayatında değişiklik aradı. İlk olarak kendisini yaratandan daha yüksekte uçmaya kalktı. Onun bu duygusunu sezen Tanrı, Kişiden uçma gücünü aldı. Kişi suya yuvarlandı. Boğulmak üzereyken yaptığına pişman olarak Tanrı dan imdat diledi. Tanrı “Yüksel!”emrini verdi. Kişi suyun derinliğinden çıktı ve Tanrının yine suyun içinden yükselttiği bir yıldıza oturarak batmaktan ve boğulmaktan kurtuldu. Kişi, artık uçamaz diye, Tanrı Kayra Han dünyayı yaratmayı düşündü. Kişiye suyun dibine dalıp bir avuç toprak çıkartmayı emretti. Fakat o, bu toprağı çıkarırken de kötülükler düşündü. Toprağın bir kısmını ağzına saklayarak ileride kendisi için gizli bir dünya yaratmayı tasarladı. Avucundaki toprağı su yüzüne serpince Tanrı Kayra Han, toprağa “Büyü!” emrini verdi. Bu toprak dünya oldu. Fakat” Büyü!” emrini alınca Kişinin ağzındaki toprak da büyümeye başladı. O kadar büyüdü ki Tanrı “Tükür!” buyurmasaydı kişi boğulacaktı. Kayra Hanın tasarladığı dünya önce dümdüz topraktı. Fakat Kişinin ağzından dökülen ıslak toprak dünyaya fırlayarak yer yüzünü bataklıklar ve tepeciklerle örttü.Buna çok kızan Tanrı, Kişiyi kendi ışık aleminden kovdu ve ona Şeytan Erlig adını verdi. Sonra, yerden dokuz dallı bir ağaç bitirerek her dalın altında ayrı bir adam yarattı. Bunlar dünyadaki dokuz insan cinsinin ataları oldular. Toprağın yeni insanları güzel ve iyiydiler. Erlig onları kıskandı. Kayra Handan onları kendine vermesini istedi. Tanrı razı olmadı. Fakat şeytan, onları kötülüğe sürükleyerek, kendine çekmeyi biliyordu. Kayra Han, şeytana kapılan insanların bu akılsızlığına kızarak onları kendi hallerine bıraktı. Erligi yeniden lanetleyerek, toprak altındaki karanlıklar dünyasının üçüncü katına sürdü. Kendisi için de göğün on yedinci katında bir nur alemi yaratarak oraya çekildi. İnsanları büsbütün başı boş bırakmamak için de onlara doğru yolu gösterecek bir melek gönderdi. Erligin tebaası, yani kandırdığı fena ruhlar, gökle yer arasındaki yeni dünyada Kayra Hanın dünyasındaki insanlardan daha iyi yaşıyorlardı. Bu durum Kayra Hanın canını sıktı. Erligin dünyasını yıkmak için oraya kahraman Mandişereyi gönderdi. O, kuvvetli mızrağıyla vurarak, korkunç gök gürültüleri arasında bu dünyayı parça parça etti. Parçalanan bu dünya aynı gürültülerle, Erlig ve insanlar için yaratılan ilk dünyanın üzerine yıkıldı. İri, dünyayı parçaları yer yüzünün biçimini bütün bütün bozdular. Eski düz dünya, şimdi yüksek dağlar, derin boğazlar, balta girmez ormanlarla dolmuştu. Kayra Han, Erligi dünyanın en alt katına sürdü. Orada ne güneş, ne ay, ne de yıldız ışığı vardı. Tanrı, Erlige dünyanın sonuna kadar orada oturmayı emretti. Tanrı Kayra Han, şimdi, on yedinci kat gökten kainatı idare etmektedir. Diğer gök katlarından yedinci katta Gün Ana, altıncı katta Ay Ata oturmaktadır