6 Ekim 2008 Pazartesi

GÜZEL BEYİTLER

*Canıma bir merhaba sundu ezelden çeşm-i yâr / Öyle mest oldum ki gayrin merhabasını bilmedim (Ahmet Paşa)
*Hani ol gül gülerek geldiği demler şimdi / Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz(Mahir)
*Dene altunu mihenk taşında / Dahi insanı bir iş başında
*Bir gül dedi bülbül güle, Gül gülmedi gitti / Gül bülbüle, bülbül güle, Yar olmadı gitti
*Bakmamıştır, dönüp hayatıma / Ağlayanlar, bugün, vefatıma (A.Nihat Asya)
*Kimsesiz kimse yok, herkesin var bir kimsesi / Kimsesiz kaldım yetiş, kimsesizler kimsesi
*Canı canan dilemiş vermemek olmaz ey dîl / Ne nîza eyleyelim ol ne senindir ne benim (Fuzuli)
*Düşenin dostu olmaz demişler düşte görürsün, / Sen o zaman dostları, düşte görürsün
*Varlığından şu güzel ülkeyi kurtarsak da / Adımından kalan izler, lekedir toprakta. (A.Nihat Asya)
*Nerde gölgen, Ey Osman'ın o büyük / Çınarından kalan zavallı kütük. (A.Nihat Asya)
*"Suyu yokmuş... bu haliyle ay toprağı neye yarar?" / Diyenlere cevap: "Teyemmüm etmeye yarar" ( A.Nihat Asya)
*Gün olur... bin giden, on erle döner / Fakat zaferle döner! (A.Nihat Asya)
*Millet, vatan ve din ona-ömrünce- verdi güç / Ay gökyüzünde birdi, Onun bayrağında üç.(A.Nihat Asya)
*Padişahı âlem olmak bir kuru kavga imiş / Bir veliye bende olmak cümleden âlâ imiş. (Yavuz Sultan Selim)
*Yazı yazmak istersen, al eline kalemi durma yaz / Yazı yazmak istemezsen, al eline kazmayı durma kaz.
*Yazı yazan hem güldür hem çiçek / Yazı yazmayan hem öküzdür hem eşek
*Kelamın fizza ise sükut eyle olsun zeheb / Kemal ehli kemâlâtı böyle buldu hep.
*Gökten nazire indi sihamı kazasına / Nef'î diliyle uğradı Hakkın belasına NEFİ
*Tok olan cümle âlemi tok sanır / Aç olan âlemde ekmek yok sanır.
*Çağrıldığın yere erinme / Çağrılmadığın yerde görünme
*Kendi kendine ettiğin âdem / Bir yere gelse idemez âlem.(Adlî)
*Adam, adamdır eğer olmaz ise bir pulu / Eşek yine eşektir, atlastan olsa çulu.(La edri)

İLETİŞİMDE DİLİN İŞLEVİ

İLETİŞİMDE DİLİN İŞLEVİ
1GÖNDERGESEL İŞLEV:
Bir ileti dilin göndergeyi olduğu gibi ifade etmesi için düzenlenerek oluşturulmuşsa dil göndergesel işlevde kullanılmıştır. Bu başka bir ifadeyle dilin bilgi verme işlevidir. Burada amaç, gönderge konusunda doğru, nesnel, gözlemlenebilir bilgi vermektir. Bu işlev daha çok kullanma kılavuzlarında, nesnel anlatılarda, bilimsel bildirilerde, kısa not ve özetlerde karşımıza çıkar.
ÖRNEK: “ Hegel’in felsefesinin çıkış noktası bilim değil, tarihtir.”
2.HEYECANA BAĞLI İŞLEV:
Bir ileti, göndericinin iletinin konusu karşısındaki duygu ve heyecanlarını dile getirme amacıyla oluşturulmuşsa dil heyecana bağlı işlevde kullanılmıştır. Bu işlev, göndericinin kendi iletisine karşı tutum ve davranışını belirtir. Bu işlevde çoğunlukla duygular, heyecanlar, korkular, sevinç ve üzüntüler dile getirilir. Dilin göndergesel işlevinde nesnellik, heyecana bağlı işlevinde öznellik hâkimdir. Özel mektuplarda, öznel betimlemeler ve anlatılarda, lirik şiirlerde, eleştiri yazılarında dilin heyecana bağlı işlevinden sıkça yararlanılır.
ÖRNEK: “Ben bu davranışınızı etik bulmuyorum, siz yanlış davranıyorsunuz.”
3.ALICIYI HAREKETE GEÇİRME İŞLEVİ:
Bu işlevde ileti alıcıyı harekete geçirmek üzere düzenlenmiştir. İletinin bir çeşit çağrı işlevi gördüğü bu işlevde amaç, alıcıda bir tepki ve davranış değişikliği yaratmaktır. Propaganda amaçlı siyasi söylevler, reklâm metinleri, genelgeler, el ilanları genellikle dilin bu işleviyle oluşturulur. Dilin alıcıyı harekete geçirme işleviyle hazırlanan metinlerde gönderici, iletiyi alanı işin içine sokmayı, onu sorgulamayı ister.
ÖRNEK: “Sınıfı hemen terk et.”
4.KANALI KONTROL İŞLEVİ:
Bir ileti, kanalın iletiyi iletmeye uygun olup olmadığını öğrenmek amacıyla düzenlenmişse dil, kanalı kontrol işlevinde kullanılmıştır. Gönderici ile alıcı arasında iletişimin kurulmasını, sürdürülmesini ya da kesilmesini sağlayan bu işlevde iletinin içeriğinden çok iletişimin devam ettirilmesi olgusu ağır basar. Törenlerde, uzun söylevlerde, aile yakınları ya da sevgililer arasındaki konuşmalarda; dilin kanalı kontrol işlevini yansıtan iletiler sıkça kullanılır.
ÖRNEK: “Beni anladınız değil mi?”
5.DİL ÖTESİ(ÜST DİL)İŞLEVİ:
Bir ileti dille ilgili bilgi vermek üzere düzenlenmişse o iletide dil, dil ötesi işlevde kullanılmıştır. Dilin dil ötesi işlevinde iletiler, dili açıklamak, dille ilgili bilgi vermek için düzenlenir. Daha çok bilimsel metinlerde ve öğretme amaçlı konuşmalarda karşımıza çıkan ve “yani, demek istiyorum ki, bir başka deyişle” gibi sözcüklerde kendini gösteren dil ötesi işleve, günlük yaşamda da sıkça başvurulur.
ÖRNEK: “Beni yanlış anlamayın, ben bu sözcüğü mecaz anlamda kullandım.”cümlesinde ileti, dille ilgili bilgi vermek, başka bir iletiyi açıklamak üzere düzenlenmiştir.

metin- edebi metin

METİN – EDEBî METİN

Metin: Bir yazıyı şekil, anlatım ve yazım özellikleriyle oluşturan kelimelerin tamamına metin denir.

Edebî Eser (Edebi Metin); Tanımı ve Özellikleri
İnsanın duygu ve düşüncelerini; özlem ve dileklerini estetik ölçüler içinde anlatan ve okuyucuda güzellik duygusu yaratan dil ürünlerine edebî eser(metin) denir.
Özellikleri
· Edebî eser okuyanı etkilemelidir.
· Anlatımı güzel düşüncesi sağlam ve özlü olmalıdır.
· Konusu; ait olduğu toplumun ve yazıldığı dönemin özelliklerini yansıtmalıdır.
· Eser zamanın süzgecinden geçtikten sonra toplumca anlaşılıp beğenilmelidir.
· Duygu ve düşünceler belli bir edebî türe uygun olarak anlatılmalıdır.
· Eser estetik ölçüler içinde, belli bir sanat anlayışıyla yazılmalıdır

4 Nisan 2008 Cuma

KAFİYE UYAK

KAFİYE
Kafiye, en az iki mısra sonunda. anlamı ayrı, yazılışı aynı iki sözcük arasındaki ses benzerliğidir.
Kafiyenin sağladığı hususlar şunlardır:
a) Her mısraın ahenkli bir durgu ile kesilmesini sağlar.
b) Kafiye şiirin akılda kolayca kalmasını temin eder.
c) Anlamca ilgisiz görünen mısraları kaynaştırır.
d) Yeni fikirlerin bulunmasına katkıda bulunur.
e) Şiire söyleyiş güzelliği kazandırır.
Kafiyenin şartları:
1-Mısra sonundaki sözlerin ses bakımından benzemesi, anlamın ayrı olması gerekir.
Yollarda kalan gözler
Yıllardır seni gözler
mısralarında birinci “gözler” gözün çoğul şeklidir; ikinci “gözler” ise gözlemekten geniş zamandır. Her ikisi de aynı anlama gelseydi redif olurdu.
2- Kafiyeler kesinlikle rediften sonra gelmezler.
Vardım ki bağ ağlar, bağban ağlar
Sümbüller perişan, güller kan ağlar
“Bağban” ve “kan” kelimelerindeki -an sesi kafiye, ağlar kelimesi ise rediftir. Şayet şiir “... ağlar kan”, “... ağlar bağban” diye bitseydi -an sesi kafiye olur; fakat ağlar sözcüğü redif sayılmazdı.
3- Bir kelimenin redif olabilmesi için kendinden evvel mutlaka bir kafiyenin bulunması gerekir. Görevi ayrı olan bazı ekler kendinden önce kafiye olmadığı için -aslında redif oldukları halde- kafiye sayılır.
Sultan Murat eydür gelsin göreyim
Nice kahramandır ben de bileyim
mısralarındaki “gör-` ve “bil-” fiil köklerinde benzer ses yoktur. Aynı mısralardaki -eyim ekinin görevi aynı olduğu için rediftir; fakat kendinden önce kafiye bulunmadığı için kusurlu olarak kafiye sayılır. Ya da sadece -e sesi yarım kafiye sayılıp -yim redif kabul edilir. Bu konuda kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Halk edebiyatı sözlü olduğu için r ve l sesinin kulağa birbirine yakın gelmesinden kaynaklanan bu tür kafiyeler halk şiirinde görülen bir husustur. Boğazdan çıkışına göre aynı grupta yer alan sesler arasında çok az da olsa kafiyenin varlığından söz edebiliriz.
4- Halk edebiyatında kalın sesliler (a, ı, u, o) ile ince sesliler (e, i, ü, ö) kafiyelendirilmiş olabilir.
Bakmaz mısın Karac'oğlan halına
Garip bülbül konmuş gülün dalına
Kadrin bilmeyenler alır eline
Onun için eğri biter menevşe (Karac'oğlan)
5- Kafiye ve rediflerin tespitinde Türkçe'deki yapım ve çekim eklerini iyi bilmek gereklidir.
6- Art arda gelen mısralar içinde birbirine benzeyen seslerin sık ve ahenk sağlayacak güzellikte kullanılmasına aliterasyon denir.
Ak sütünü emdiğim kadınım ana
Ak pürçekli, izzetli canım ana
Akar sularına kargımagıl
mısralarındaki ak sesinin tekrarı ile aliterasyon yapılmıştır.
7- Kafiyede aranan nitelik sesin benzemesidir. Yazılışı başka başka olan kelimeler, aynı sesi verdikleri takdirde kafiyeli olabilirler.
Birdenbire sıyrıldı gözümden çözülen bağ
Bir hâtıranın dağdaki yâdıydı bu membâ
beytinde “bağ” ve “membâ” kelimelerini telaffuz ettiğimiz zaman bağ kelimesindeki ğ sesi zayıftır, membâ kelimesini telaffuz ederken bağ kelimesinin sonundaki ğ sesine yakın bir ses çıkar. Bu çeşit kafiyeler ses bakımdan yarım kafiyeden daha hafif bir benzeyiştir.
8- Nesir cümlelerinde tekrar edilen seslere seci denir. Özellikle Divan nesrinde bulunur.
Gözlerin nuru, gönüllerin süruru; başımızın tacı, dil ehlinin miracı... gibi
9- Ayrıca uzun bir sesli (â, û, î) ile oluşan kafiyeler de uzun sesliler iki ses değerinde kabul edildiği için tam kafiye sayılır.
İstiklâl Marşı'nın fedâ, şühedâ, Hüdâ ve cüdâ kelimeleriyle biten dörtlüğünün kafiye şeması aaaa olduğu için kafiye -edâ ve -üdâ seslerinde değil -dâ sesindedir. Şemada aynı harf ile gösterilen kelimeler arasındaki ortak ses kafiye kabul edilir.
10 - Rûhumun senden İlâhî, şudur ancak emeli
Değmesin ma‘bedimin göğsüne nâ-mahrem eli
Bu ezanlar -ki şehâdetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli
mısralarında "emeli" kelimesi diğer mısralarda da aynen geçtiği için tunç kafiye sayılır. Tunç kafiyeleri zengin kafiye saymak yaygın bir görüştür. Birinci, ikinci ve üçüncü mısralardaki -i sesi redif değildir; çünkü dördüncü mısradaki “i” sesi iyelik -i'si değildir. Kafiye sadece üç mısrada olsa idi o zaman bu ek redif olurdu.

31 Mart 2008 Pazartesi

vurgu ve örnekler

TÜRKÇENİN HECE YAPISI VE HECE ÇEŞİTLERİ
VURGU*
Konuşma amacıyla çıkarılan ses dizisinde hecelerden birinin diğerlerine göre daha baskılı, daha kuvvetli olarak söylenmesine vurgu denir. Konuşmanın tekdüzelikten kurtarılması dilin doğasındaki vurgu ile sağlanmaktadır.
Vurgu, dilin bünyesinden ve konuşanın ruh hâlinden kaynaklanır. Bu sebeple vurgu, iki çeşittir:
1. İSTEĞE BAĞLI VURGU
Konuşanın isteğine ve kullanışına göre değişen, dilin doğal vurgusu dışında yapılan vurgudur. Konuşmanın etkisini artırmak, konuşmaya ahenk vermek, dinleyenleri etkilemek amacıyla yapılır. Pekiştirme vurgusu ve ahenk vurgusu olmak üzere ikiye ayrılır:
a) Pekiştirme vurgusu
Duygu ve düşüncenin şiddetini, derecesini göstermeye yarayan vurgudur: Çok güzel! Enfes! Berbat! Çek git! Zevksiz adam! Kim alacaksa alsın!
b) Ahenk vurgusu
Genellikle bir dinleyici grubuna karşı yapılan konuşmalarda ve şiir okumada sözün etkisini, ahengini artırmak, dinleyenler üzerinde olumlu bir etki uyandırmak amacıyla isteğe bağlı olarak yapılan vurgudur:
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
2. DOĞAL VURGU
Dilin yapısı ve kelimenin anlamıyla doğrudan ilgili olan, konuşana ve kullanışa göre değişmeyen, herkes tarafından uyulması gereken vurgudur. Doğal vurguya uyulmadığı zaman dilin yapısı bozulur. Bazen de söylenmek istenenle ortaya çıkan anlam birbirinden farklı olur.
Batı dillerinden bazılarındaki gibi, Arapçadaki gibi çok kuvvetli bir vurgu Türkçede yoktur. Türkçede vurgulu hecelerle vurgusuz heceler arasında fazla şiddet farkı olmadığı için vurgulu heceyi ayırt etmek zordur. Kelimede hangi hecenin vurgulu olduğunu doğru tespit etmek için her defasında farklı bir hece diğerlerinden abartılı bir biçimde söylenir. Bu söyleyişlerden hangisi kulağa anormal gelmezse vurgu o hece üzerinde demektir. Meselâ, u-nut-ma keli­mesinde ma hecesi dışındaki heceler vurgulu okunduğu zaman anormallik sezilmektedir. Demek ki bu kelimede vurgu son hecededir.
Dil birliklerine göre; kelime vurgusu, grup vurgusu ve cümle vurgusu olmak üzere üç çeşit doğal vurgu vardır:
a) Kelime vurgusu
Kelimedeki hangi hecenin diğerlerinden daha şiddetli vurgu taşıdığını gösterir. Türkçede kelimelerin genellikle son hecesi vurguludur. Yapım ekleriyle kelime genişletildikçe vurgu son heceye kayar: anne, durak, konut, sözlük; düşüncesizlik, çekingen.
Türkçenin bu genel vurgu sistemine uymayan, vurgusu son hecede olmayan kelimeler de vardır. Bunlardan başlıcaları aşağıda sıralanmıştır:
· Yer adlarında ve coğrafî adlarda vurgu genellikle ilk hecede olur. Yer adlarından yabancı olanların Türkçe söylenişinde ise vurgu, sondaki heceden öndeki hecelere doğru geçer: Ankara, Kayseri, Erzurum, Türkiye, Asya, Avrupa; Almanya, İngiltere, Münih.
-istan ile biten adlarda (ve yer adlarında) vurgu sondadır: Gülistan; Türkistan, Hindistan, Yunanistan, Kazakistan.
· Zarfların çoğu: ahmakça, ansızın, artık, ayrıca, belki, demin, gayet, hâlâ, hatta, iyice, kurnazca, öğleyin, önce, sonra, şimdi, şöyle, yalnız, yarın, yine, zorla.
· Ünlem ve ünlem olarak kullanılan adlarla hitaplarda vurgu ilk heceye geçer: acaba, aferin, arkadaş!, Aslan!, baba!, beyefendi!, elbette, evet, garson!, Güler!, haydi, hayır, işte, Mehmet!, peki, yahu.
· Dil adları: Almanca, Arapça, Farsça, Rusça, Türkçe.
· Küçültme eki almış bazı sıfatlar: alçacık, azıcık, daracık, incecik, kısacık, küçücük, ufacık, yumuşacık.
· (Geniş zaman çekimi dışında) -ma, -me olumsuzluk eki almış fiiller: aldatmadılar, gitmemek, istemeyecek, kalkmıyor, konuşmamak, oturmayacaklar, uyumayın.
· Yukarıdaki maddelere girmeyen bazı kelimeler: anne, banka, çekirge, görümce, karınca, masa, posta, radyo, teyze, yenge.
· Birleşik kelimelerden bazıları: bugün, biraz, birçok, onbaşı, başçavuş, cumartesi, ayakkabı, kahverengi.
Bu kelimelere vurgulu ek geldiği zaman da (vurgu, kelime tabanının son hecesinde olmadıkça) vurgunun yeri değişmez: annelik, Almancadan, Ankara’da, Bolu’dan, karıncaya, masayı, önceki, radyoda, Türkçenin, yarınki.
Çekim eki almış kelimelerde vurgu çoğunlukla çekim eki üzerindedir. Vurgusuz bazı çekim ekleri ise vurguyu kendilerinden önceki heceye atarlar. Vurguyu önceki heceye atan vurgusuz çekim ekleri aşağıda sıralanmıştır:
· -n vasıta hâli eki: baharın, güzün, kışın, yazın.
· -la / -le eki: atla, babamla, bıçakla, çocukla, kalemle.
· -ca / -ce ve bunun genişlemiş şekli –casına / -cesine eki: açıkça, bence, güzelce, onca, yüzlerce; alçakçasına, aptalcasına, delicesine.
· Soru eki: bildi mi?, öğrenecekler mi? sevecek misiniz?; Ankara mı?, güzel mi?, kitap mı?
· -dir eki: akıllıdır, bilmiştir, gelecektir, geniştir, kısadır.
· Kişi ekleri (Birinci ve üçüncü kişi emir ekleri dışında): geleceğim, görmeliyim, güzelsin, kalkın, kalmışsınız, oturunuz, yazarım, yazasın, yorgunum.
· -yor şimdiki zaman eki: alıyor, gülüyor, okuyor.
· Birleşik çekimlerde kullanılan hikâye (-di), rivayet (-miş) ve şart (-sa) ekleri: başlardı, çalışırsak, gidermiş, giderse okurdum.
-ken, -madan / -meden gibi bazı zarf-fiil ekleri de vurgusuzdur: almadan, başlarken, durmadan, giderken, uyumuşken, yazacakken.
-ınca ve -dıkça zarf-fiil eklerinde vurgu son hecede değildir: gittikçe, görünce, satınca, okudukça.
Dilin yapısıyla doğrudan doğruya ilgili olan vurgu, yanlış hecede yapılırsa anlam karışıklığı ortaya çıkar. Yalnız kelimesinin yanlız şeklinde söylenmesi nasıl bir dil yanlışıysa, meselâ okuyan kelimesinin ilk hecesinin vurgulu söylenmesi de aynı derecede önemli, bir dil yanlışıdır. Başka millete mensup insanlardan Türkçeyi yeni öğrenenlerin Türkçedeki vurguları kendi dillerindeki gibi vurgulamalarında ve vurgunun yer değiştirmesiyle anlamlarını veya türlerini değiştiren kelimelerde bu durum açıkça görünür:
bebek: küçük çocuk Bebek: İstanbul'da bir semt
kurtuluş: kurtulma, istiklâl Kurtuluş: Ankara'da bir semt
kartal: bir kuş Kartal: İstanbul'da bir semt
bayat: taze olmayan Bayat: Oğuzların bir boyu
garson : isim Garson!: Hitap, ünlem
yalnız: sıfat veya zarf yalnız: bağlama edatı
okuma: kıraat okuma: okumamaktan emir
bıçakla: bıça klamaktan emir bıçakla: bıçak ile
Türkçede asıl vurgu yanında ikinci derecede bir kelime vurgusu daha vardır: Kelimenin asıl vurgusu sonda ise, ikinci derecedeki vurgu ilk hecede; asıl vurgu ilk hecede ise, ikinci derecedeki vurgu son hecede bulunur: annemin, babamın, deminki, evdeki, Kurtuluş.
Türkçede vurgu bakımından en zayıf hece, orta hecedir.
b) Grup vurgusu
Kelime gruplarında hangi hecenin daha şiddetle vurgulanacağını gösterir. Bir kelime grubunu oluşturan kelimelerden her birinin ayrı ayrı vurgusu olduğu gibi, kelime grubunun da, kelime vurgusunun üstünde, kendine özgü bir vurgusu vardır. Grup vurgusu, grubu oluşturan kelimelerdeki vurgulardan daha şiddetlidir.
Türkçede grup vurgusu, yardımcı unsur olan (grubun başında yer alan) kelimenin vurgusunun bulunduğu hecededir: beyaz kitap, otuz kalem, evdeki hesap, evin kapısı, masa örtüsü, yuvarlak masa, dilim dilim, gitgide, koşa koşa, çarçabuk, su hava ateş ve toprak, Ali ile Veli, Kızılırmak, Çanakkale, zikretmek, alay etmek, yapıvermek, Osman Bey, Mustafa Kemal Paşa, Fahriye abla, Oğuz Kağan, ey oğul, on iki, güneşe karşı, bunun için, yazı yazmak, okula gitmek, işten dönüş, yuvaya koşan, kitap

fuzuli'nin gazelinin açıklaması

GAZEL

Demiş her goncaya âşıklığım râzın sabâ derler
İl ağzın dutmak olmaz korharam ey gül sana derler
(Diyorlar ki, bahar rüzgarı goncalara benim aşık olmamın sırrını açmış. El ağzını kapayamazsınız, ey gül korkarım ki bu sırrı sana da derler.)

Esir-i derd-i ışk u mest-i câm-ı hüsn çok amma
Biziz meşhur olan Leylâ sana Mecnûn bana derler
(Aşk derdinin esiri ve güzellik kadehinin sarhoşu olan çoktur. Ama meşhur olan biziz: Sana Leyla, bana da Mecnun derler.)

Senin mihr ü vefâ gösterdiğin ağyâra çok gördüm
Galatdur kim seni bî-mihr okurlar bî-vefâ derler
(Başkalarına sevgi ve vefa gösterdiğini çok gördüm. Bu bakımdan sana sevgisiz ve vefasız demelerine alışmışızdır ama bu doğru değildir.)

Bana derlerdi evvel bir melektir sevdiğin hâlâ
Görenler sen fakire gökten inmiş bir belâ derler
(Önceleri bana, senin sevdiğin bir melektir derlerdi. Şimdi ise aslında fakir olan senin için gökten inmiş bir beladır demektedirler.)

Fuzûlî âşıka anlar ki derler terk-i aşk eyle
Demezler mi hatâ tağyir kıl hükm-i kazâ derler
(Fuzuli, âşıka aşkı terk et diyenler yanlış konuşurlar. Bunu söylemekle Allah’ın kazasının hükmünü değiştir demek arasında fark yoktur.)

Fuzuli

1. Yukarıdaki şiirde ses ve anlam kaynaşmasından oluşmuş birimler hangileridir? Bu birimlerin ortak adı nedir?
2. Mısra sonlarındaki ses benzerlikleri ve ölçü bakımından birimler arasında bir birliktelik var mıdır? Bu yapıdan kaynaklanan bir özellik midir?
3. Şiirin kafiye ve ölçüsü birimlerin kendi içerisinde anlam bakımından da bir bütün oluşlarına neden oluyor mu? Birimleri tek tek ele alarak açıklayınız.
4. Birimler anlam bakımından birbirine nasıl bağlanmışlardır? Birimlerin anlamları üzerinde düşünerek ve paragraf paragraf bir metin oluşturur gibi bütüne doğru giderek belirleyiniz.
5. Divan edebiyatından bir örnek olan gazelle Rıfat Ilgaz’ın Uçurtma adlı şiirini karşılaştırınız. Kullanılan ölçü ve ses ile birimlerin oluşturulmasındaki farklılıkları gösteriniz.

yaradılış destanı

YARATILIŞ DESTANI
Daha hiçbir şey yokken Tanrı Kayra Hanla uçsuz bucaksız su vardı. Kayra Han’ dan başka gören, sudan başka görünen yoktu. Ay, yıldızlar, gök ve toprak yaratılmamıştı. Bütün tanrıların en büyüğü, varlıkların başlangıcı, insan oğullarının da ilk atası, Tanrı Kayra Han’ ın bu sade sudan alemde canı sıkılıyordu. O, yalnızlık içinde düşünürken suda bir dalga belirdi.Ak Ana denilen bir kadın hayali görünerek Tanrı ya “Yarat!” dedi, yine suya gömüldü. Bunun üzerine Kayra Han, kendine benzer bir varlık yaratarak Kişi adını koydu. Kayra Hanla Kişi, sonsuz suyun semasında iki siyah kaz gibi, rahatça uçmaya koyuldular. Fakat Kişi bundan memnun olmadı. Hayatında değişiklik aradı. İlk olarak kendisini yaratandan daha yüksekte uçmaya kalktı. Onun bu duygusunu sezen Tanrı, Kişiden uçma gücünü aldı. Kişi suya yuvarlandı. Boğulmak üzereyken yaptığına pişman olarak Tanrı dan imdat diledi. Tanrı “Yüksel!”emrini verdi. Kişi suyun derinliğinden çıktı ve Tanrının yine suyun içinden yükselttiği bir yıldıza oturarak batmaktan ve boğulmaktan kurtuldu. Kişi, artık uçamaz diye, Tanrı Kayra Han dünyayı yaratmayı düşündü. Kişiye suyun dibine dalıp bir avuç toprak çıkartmayı emretti. Fakat o, bu toprağı çıkarırken de kötülükler düşündü. Toprağın bir kısmını ağzına saklayarak ileride kendisi için gizli bir dünya yaratmayı tasarladı. Avucundaki toprağı su yüzüne serpince Tanrı Kayra Han, toprağa “Büyü!” emrini verdi. Bu toprak dünya oldu. Fakat” Büyü!” emrini alınca Kişinin ağzındaki toprak da büyümeye başladı. O kadar büyüdü ki Tanrı “Tükür!” buyurmasaydı kişi boğulacaktı. Kayra Hanın tasarladığı dünya önce dümdüz topraktı. Fakat Kişinin ağzından dökülen ıslak toprak dünyaya fırlayarak yer yüzünü bataklıklar ve tepeciklerle örttü.Buna çok kızan Tanrı, Kişiyi kendi ışık aleminden kovdu ve ona Şeytan Erlig adını verdi. Sonra, yerden dokuz dallı bir ağaç bitirerek her dalın altında ayrı bir adam yarattı. Bunlar dünyadaki dokuz insan cinsinin ataları oldular. Toprağın yeni insanları güzel ve iyiydiler. Erlig onları kıskandı. Kayra Handan onları kendine vermesini istedi. Tanrı razı olmadı. Fakat şeytan, onları kötülüğe sürükleyerek, kendine çekmeyi biliyordu. Kayra Han, şeytana kapılan insanların bu akılsızlığına kızarak onları kendi hallerine bıraktı. Erligi yeniden lanetleyerek, toprak altındaki karanlıklar dünyasının üçüncü katına sürdü. Kendisi için de göğün on yedinci katında bir nur alemi yaratarak oraya çekildi. İnsanları büsbütün başı boş bırakmamak için de onlara doğru yolu gösterecek bir melek gönderdi. Erligin tebaası, yani kandırdığı fena ruhlar, gökle yer arasındaki yeni dünyada Kayra Hanın dünyasındaki insanlardan daha iyi yaşıyorlardı. Bu durum Kayra Hanın canını sıktı. Erligin dünyasını yıkmak için oraya kahraman Mandişereyi gönderdi. O, kuvvetli mızrağıyla vurarak, korkunç gök gürültüleri arasında bu dünyayı parça parça etti. Parçalanan bu dünya aynı gürültülerle, Erlig ve insanlar için yaratılan ilk dünyanın üzerine yıkıldı. İri, dünyayı parçaları yer yüzünün biçimini bütün bütün bozdular. Eski düz dünya, şimdi yüksek dağlar, derin boğazlar, balta girmez ormanlarla dolmuştu. Kayra Han, Erligi dünyanın en alt katına sürdü. Orada ne güneş, ne ay, ne de yıldız ışığı vardı. Tanrı, Erlige dünyanın sonuna kadar orada oturmayı emretti. Tanrı Kayra Han, şimdi, on yedinci kat gökten kainatı idare etmektedir. Diğer gök katlarından yedinci katta Gün Ana, altıncı katta Ay Ata oturmaktadır

yazarların lakapları

ADALET CİMCOZ: Fitne Fücur.•
ATTİLA İLHAN: Abbas Yolcu, Beteroğlu, Ali Kaptanoğlu, Nevin Yıldız.•
ÇETİN ALTAN: Hadi Borazan, Hüseyin Zurna.•
ERCÜMENT EKREM TALU: Çekirge, Karga, Torik Necmi, Kertenkere.•
FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL: Akıllı Ozan, Çamdeviren, İğne ile Kuyu Kazan.•
HALİDE EDİP ADIVAR: Halide Salih.•
HALDUN TANER: Can Enişte, Haldun Hasırcıoğlu.•
HAMDULLAH SUPHİ TANRIÖVER: Toplu İğne.•
İSMAİL HAMİ DANİŞMEND: Rabia Hatun.•
KEMAL TAHİR: Bedri Eser, Nurettin Demir, Kemal Tahir Tipi, Kemal Tahir Benerci.•
MELİH CEVDET ANDAY: Gani Girgin, Zater.•
MURAT BELGE: Raif Özben.•
MUHSİN ERTUĞRUL: Ertuğrul May, Nabi Zeki, İp Çeken, Suflör, Servet Moray.•
NÂZIM HİKMET RAN: Ahmet Oğuz Saruhan, Ercüment Er, İbrahim Sabri, Kartal, M. İhsan, Nazım Hikmet Borjensky, Nurettin Eşfak.•
NURULLAH ATAÇ: Sabiha Yağızlar.•
AZİZ NESİN: Bahri Filefil, Berdi Birdirbir, Fettane Şatifil, Kerami Pestenkerani, Kerim Kihkih, Ord. Prof. Paf-Puf, Dr. Daim Değer, Oya Ateş, Vedia Nesin.•
ORHAN VELİ KANIK: Adil Hanlı, Mehmet Ali Sel.•
ORHAN KEMAL: Yıldız Okur, Hayrullah güçlü, Raşit Kemali.•
PEYAMİ SAFA: Server Bedi, Çömez.•
REŞAT NURİ GÜNTEKİN: Ateşböceği, Mizah Yazarı, Yıldızböceği.•
RIFAT ILGAZ: Mehmet Rıfat, Stepne, Remzi Işık.•
SEVGİ SOYSAL: Sevgi Nutku, Sevgi Sabuncu.•
TARIK DURSUN K.(Kakınç): M. Hasan Göksu, T. Kakınç.•
VALA NURETTİN: Veli Nuri, Va-Nu, Akşamcı, Hikayeci.•
VEDAT TÜRKALİ: Hüsamettin Gönenli.•
YUSUF ZİYA ORTAÇ: Akbaba, Çimdik, Kamber.•
YAHYA KEMAL BEYATLI: Ahmet Agah, Süleyman Sadi, S.S.•
ZİYA GÖKALP: Bimar, Büyük Baba, Meclis-i İdare Vilayet Kitabesi'nden Ziya.

biyografi

BİYOGRAFİ ( YAŞAM ÖYKÜSÜ )
Yaptıklarıyla, yaşayışlarıyla okurların ilgisini çekebilecek nitelikte olan kişilerin (değişik kaynaklardan yararlanarak) yaşamlarını inceleyip anlatan düz yazı türüne denir.Kuşkusuz sıradan kişiler değildir biyografisi yazılacak olanlar. Bunlar, yaşadıkları dönemin siyasal, toplumsal etkinliklerine karışmış ya da çalışma ve buluşlarıyla dönemlerini etkilemiş kimselerdir.Biyografi yazarlarının bu kişileri, olabildiğince gerçeğe uygun bir biçimde, yansız bir yaklaşımla anlatması gerekir. Biyografi yazma, birtakım ön çalışmalar yapmayı gerektirir. Önce yaşam öyküsü yazılacak kişiyle ilgili kaynaklar, belgeler saptanır. Bunlardan yararlanılır. Bu yönden de belgesel boyutludur biyografiler.Kişinin mektuplarından, günlüklerinden, anılarından yararlanılabilir. O kişiyi tanıyanlardan, eş ve dostlardan yararlanılır. Biyografi ikiye ayrılır.
1-SERGİLEYİCİ BİYOGRAFİLERİşin içine düş gücünü karıştırmadan bir karakter oluşturma, o kişinin yaşam serüveninİ olduğu gibi yansıtma işidir.Yazar, hiç değiştirmeden, o kişinin yaşamını yönlendirmiş ve biçimlendirmiş olayları birbirine bağlantılı bir biçimde verir.Olaylarda, tarihlerde gerçeğe sıkı sıkıya bağlı kalır.
2-YAPINTISAL BİYOGRAFİLERYazar bu tür biyografilerde alabildiğince kendini siler, bunun yerine biyografisi yazılanın iç dünyasına girer,onun gibi duymaya, onun gibi davranmaya çalışır.Yaşanmış şeyleri biyografi yazarı düşsel bir düzen içerisinde vermektedir.Bununla birlikte yerde, tarihte, kahramanın yaşam olaylarında bir değiştirme yapmaz.

otobiyografi

OTOBİYOGRAFİ (ÖZYAŞAM ÖYKÜSÜ)
Toplumsal yaşamın herhangi bir kesiminde, bilim ve sanat alanlarının herhangi bir dalında etkinlik göstermiş, başarı kazanmış bir kimsenin kendi yaşamını anlattığı düzyazı biçimine de otobiyografi denir.Biyografiden ayrılan yanı birincisinin üçüncü kişili bir anlatımla verilirken, ikincisinin birinci kişili bir anlatımla biçimlendirilmiş olmasıdır. Otobiyografilerin değeri,geniş ölçüde yazarın içtenliğine,gerçeğe bağlılığına, doğallık ve yalınlığına bağlıdır.Otobiyografiler yaşanılanı “ben “ in içinde kalarak verir.Otobiyografilerin en belirleyici yönü, yazarın kendi özel dünyasıyla sınırlandırılmış olmasıdır.Yazar bu sınırlar içerisinde kalır,başkalarını anlatma, tanık olduğu şeyleri öne çıkarma pek ilgilendirmez onu.Bunun yerine özel duygularını, yönelim ve yönsemelerini anlatmaya ağırlık verir.Kısacası kendi öz yaşam serüvenini kendi kalemiyle dile getirir.Otobiyografi bir yazı biçimi olarak bizim yazınımızda pek gelişmiş değildir.Ancak son yıllarda bu türün başarılı bir örneğine “Böyle Gelmiş Böyle Gitmez” adlı yapıtıyla Aziz Nesin vermiştir.

eleştiri tenkit

ELEŞTİRİ:
Bir edebiyat ve sanat eserini çeşitli yönleriyle inceleyip, açıklamak, anlaşılmasını sağlamak ve değerlendirmek amacıyla yazılan yazılara eleştiri (tenkit ) adı verilir. Bu alanda sürekli eser veren yazarlara da “münekkit” ( eleştirici) denir. Eleştiri edebiyat ve sanat eserlerini açıklama ve yargılama sanatı diye de tanımlanabilir.Bu durumda,eleştirmen de başkalarının yazılarını yargılamakla kendini görevli sayan bir yazardır.Eleştiri yazılarında bir edebiyat ve sanat eseri tanıtılır, biçim ve öz bakımından özelliği açıklanır,edebiyat ve sanat eseri tanıtılır,biçim ve öz bakımından özelliği açıklanır,edebiyat ve sanat tarihi bakımından önemi ve değeri belirtilir;bu arada yetersizlikleri de ortaya konur. Başka bir deyişle edebiyat ve sanat eseri üzerinde yorum ve değerlendirmeler yapılır.
ELEŞTİRİ TÜRÜNÜN GELİŞMESİ : Bugünkü anlamda eleştiri türünün önce Batı edebiyatında başladığınısöyleyebiliriz.Eserleriyle bu yazı türünün gelişmesine katkıda bulunan ilk yazarların tamamı Fransızdır. (Nicalos Boileau – Saint Beuve – Hippolyte Taine ) Türk edebiyatında eleştiri alanında yazı ve eserlere çok az rastlanır. Eleştiri örnekleri bizde Tanzimat ile başlar.İlk eleştiri yazısını Şinasi yazmıştır. Onu, “ Edebiyatımız Hakkında Bazı Mülahazatı Şamildir” başlığı altındaki yazısıyla (1866) Namık Kemal ve “Şiir ve İnşa” makalesiyle Ziya Paşa izlemiştir.Daha sonraki yıllarda Cevdet Paşa’nın “ Belagat-i Osmaniye” ve Recaizade Mahmut Ekrem’in “Talim-i Edebiyat” adlı kitapları eleştiri alanında değişik görüşlerin ortaya çıkmasına, hatta kalem kavgalarına yol açmıştır. Edebiyat- Cedide döneminde eleştiri alanında daha belirgin bir canlılığa rastlarız.O yıllarda eleştirileriyle dikkat çeken edebiyatçılar arasında Tevfik Fikret, Halit Ziya, Cenap Şahabettin, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın ve Ahmet Şuayip’i sayabiliriz. Ancak edebiyatımızda eleştiri türü Batıdaki anlamıyla 1908’den sonra gelişmeye başlamıştır.” Yeni Lisan”,”Milli Edebiyat”, “Milli Vezin “ gibi önemli sorunlar kimi şair ve yazarları bu konuda yazılar yazmaya yöneltmiştir.(Fuat Köprülü, Ali Canip Yöntem, Reşat Nuri Güntekin, Abdülhak Şinasi Hisar gibi) Cumhuriyet döneminde eleştiri alanındaki uğraşlar şiir, roman, tiyatro ve sinema gibi çeşitli sanat dallarını da kapsayacak biçimde yoğunlaşmıştır.Nurullah Ataç, Refik Ahmet Sevengil, Sabri Esat Siyavuşgil, Hikmet Dizdaroğlu, Mehmet Kaplan,Vedat Günyol gibi yazarlarımız eserleriyle eleştiri türünün gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. ( Adnan Benk, Rauf Mutluay, Mehmet Fuat, Metin And, Asım Bezirci,Fethi Naci, Nejat Özön, Emin Özdemir, Doğan Hızlan da eleştiri yazarlarıdır.) ELEŞTİRİ ÇEŞİTLERİ TARİHİ ELEŞTİRİ : Bu çeşit eleştirilerde üzerinde durulan edebiyat ve sanat eseri, kaleme alındığı çağ veya dönemin özellikleri dikkate alınarak incelenir. Eserin edebi ve estetik niteliği, yazarın görüş ve düşünceleri ait olduğu zaman diliminin Zevk ve anlayışına göre açıklanır, yorumlanır.Bu çeşit eleştirilerde, yazarın yaşamı ve çağdaşları ile olan ilişkisi de açıklanmaya çalışılır.
TOPLUM BİLİMSEL ELEŞTİRİ : Bu eleştirilerde, ele alınan bir edebiyat ve sanat eserinin, toplumsal şartlar ve değerler bakımından incelendiğini görürüz. Eleştirmen, incelediği esere yazıldığı zamanın toplumsal özelliklerini yansıtması gereken bir belge olarak bakar.Yargılar bir takım toplumsal olay ve olgulara göre verilir.
ÖZYAŞAMSAL( BİYOGRAFİK) ELEŞTİRİ : Bu eleştirilerde yazar ile eseri arasındaki ilişkilerin ortaya çıkarılmasına önem verilir.Eserin ne gibi kişisel dürtüler veya etmenler altında oluştuğu açıklanmaya çalışılır
RUH BİLİMSEL ELEŞTİRİ : Bu çeşit eleştirilerde, eserle yazarın ruhsal yaşantısı arasındaki ilişkilerin incelenmesi amaçlanır.Eleştirmen, sanatçının duygularını, yönelimlerini, sezişlerini, içgüdülerini açıklamakla yetinmez, ayrıca eserde anlatılan kişilerin durum ve davranışlarını da yine ruhsal açıdan betimlemeye çalışır.
İZLENİMCİ ELEŞTİRİ : Bu eleştirilerde belirli ölçülere uyma zorunluluğu yoktur. Eleştirmen, ele aldığı konuyu incelerken kendisini tamamıyla bağımsız ve özgür hisseder. Onun dayandığı tek ölçüt kişisel beğenisidir.Okuduğu, incelediği eserden zevk almış veya onu bazı yönlerden beğenmiş ise eseri o duygular içinde anlatmaya çalışır.
DİLBİLİMSEL ELEŞTİRİ : Bu eleştirilerde eser, tarihi, toplumsal etmenlerle birlikte yazarın kişiliği de bir kenara bırakılarak herşeyden önce bir dil ürünü olarak ele alınır. Eser, dilbilim açısından gözden geçirilir. Eserde yer alan tipik kelime, deyim ve terimlerin durumu incelenerek yazarın anlatım özellikleri belirlenir.
ÇOK YÖNLÜ (EKLEKTİK) ELEŞTİRİ : Bu eleştirilerde edebiyat ve sanat eserleri değişik yönden değerlendirilir.Eleştirmen,ele aldığı eseri değerlendirirken tek bir öğretiden, ilke veya görüşten hareket etmez.Tarih, toplumbilim, ruhbilim vb. bilim dallarına özgü yaklaşım ve yöntemleri sırası geldikçe kullanır

açıklayıcı anlatım

AÇIKLAYICI ANLATIM
Özellikleri:
1.Dil daha çok göndergesel işlevde kullanılır.
2.İfadeler kesin ve açıktır.
3.Kelimeler genelde gerçek(temel)anlamlarıyla kullanılırlar.
4.”Tanımlama, açıklayıcı , betimleme, sınıflandırma, örneklendirme, karşılaştırma, tanık gösterme, sayısal verilerden yararlanma “ gibi düşünceyi geliştirme yollarından faydalanılır.
5. Yazarın amacı okuyucuyu bilgilendirmektir.
6.İfade hiçbir engele uğramadan akıp gider.
7.Gereksiz söz tekrarı yapılmaz.
8.Ses akışını bozan, söylenmesi güç sesler ve kelimeler yoktur.
9.Dil ve ifade sade, gösterişsiz ve pürüzsüzdür.
10.Düşünce ve duygular kısa ve kesin ifadelerle dile getirilir.

Örnek metinler için bakınız Dil ve anlatım kitabında sayfa 155–156–157–158 ‘deki metinler

AÇIKLAYICI ANLATIM
Özellikleri: Fikir yazılarında ve bilimsel eserlerde kullanılır.
Amacı bilgi vermek, öğretmektir.
Bir konuyu aydınlatmak için günlük hayatımızda çok kullandığımız bir türdür.

Gazelin özellikleri nelerdir?
Küresel ısınma niçin meydana gelmektedir?
Besinler çocukların gelişiminde ne kadar etkilidir?
Elektrik nasıl üretilir.
Osmanlıda sadrazamın görevleri nelerdir?
Fotosentez nasıl meydana gelir?
Divan şiirinin genel özellikleri nelerdir?
Edebiyat hangi bilimlerden yararlanır?
Kinaye nedir?
“Ayağını yorganına göre uzat.” Atasözünü açıklayınız.
Gibi birçok sorunun cevabı açıklayıcı anlatımla verilebilir. Açıklayıcı anlatım düşünce yazılarında kullanılır: Makale, fıkra, deneme, sohbet… Yazının türüne göre nesnellik veya öznellik gösterir. Bir makalede nesnel, bir denemede veya sohbette öznel olabilir.
yakup çöpoğlu

29 Mart 2008 Cumartesi

anı hatıra

A N I ( HATIRA ) T Ü R Ü Bir kimsenin, özellikle tanınmış kişilerin yaşadıkları dönemde gördükleri ya da yaşadıkları ilginç olayları gözlemlerine ve bilgilerine dayanarak anlattıkları yazı türüdür. Tanınmış sanatçı, siyasetçi, ve bilim adamlarının yazdığı anılar onların yaşayışlarını, yaşadıkları dönemdeki önemli olayları anlatması bakımından önemlidir.Özellikleri :1 – Yaşanmakta olanı değil, yaşanmış bir konuyu anlatır.2 – İnsan belleğinde iz bırakan olay ve olguları anlatır3 - Tarihsel gerçeklerin öğrenilmesine katkı yaptığı için tarihçilere ışık tutar.4 – Tanınmış, bilim, sanat ve politika adamlarının yaşamlarını çalışma ve araştırmalarını anlatır. 5 – Yazarın unutulmasını istemediği gerçekleri kalıcı kılar. 6 – Geçmiş birinci kişinin ağzından kişisel yargılar ve yorumlarla verilir.TARİHSEL GELİŞİMİ Batıda en çok yaygın bir tür olup ilk örneğini eski Yunan sanatçısı Ksenophon’un “Anabasis” adlı eseriyle vermiştir. Alman filozofu Eflatun’un birçok eseri bu türdendir 18. yüzyılda J. J. Rouseau’nun “ İtiraflar” Goldoni’nin “İyilik Sever Somurtkan”, Goethe’nin “Şiir ve Gerçek Andre Gide’nin “Jurnaller “bu alanda önemli eserlerdir. 19. yüzyılda Fransız edebiyatında :Victor Hugo’nun”Gördüklerim”, Stendhal’ın “Bencillik Anılar, Verlaine’nin “ İtiraflar Rus yazar Tolstoy’un İtirafım” 20. yüzyılda dünyanın her ülkesinde çok sayıda edebiyatçı bu türde eserler vermeye devam etmektedir.Bizde, 7. yüzyıla ait “Göktürk Yazıtları” bu türün ilk örneği sayılmaktadır. 16. yüzyılda Hindistan’da bir imparatorluk kurmuş olan Babür Şah’ın yazdığı “Babürname” , 17. yüzyılda Ebul Gazi Bahadır Han’ın yazdığı “Şecere-i Türk” , Katip Çelebi ve Naima’nın bir çok eseri bu türün örneklerindendir.Eski edebiyatta anı özelliği taşıyan “Vakainameler, Gazavatnameler, sefaretnameler bu türün örnekleri sayılmaktadır Edebi tür anlamında anı ise bizde Tanzimat döneminde başlamıştır. Önceleri Ebuzziya Tevfik ve Ali Suavi çıkardıkları gazetelerde anılarını yayınlarlar Daha sonra Akif Paşa’nın “Tabsıra”Namık Kemal’in “Magosa Mektupları” , Ziya Paşa’nın “Defter-i Amel” Ahmet Mithat Efendi’nin “Menfa” Muallim Naci’nin “Ömer’in Çocukluğu” Servet-i Fünun Döneminde;Ahmet Rasim’in “Eşkal-i Zaman”, “Falaka” “ Muharrir “,”Şair “Halit Ziya’nın “Kırk Yıl”, Saray ve Ötesi H.Cahit Yalçın’ın : “ Edebi Hatıralar”.Son Dönem Edebiyatında Yakup Kadri: “Zoraki Diplomat, Vatan Yolunda , Gençlik ve Edebiyat Hatıraların”Ruşen Eşref Ünaydın : “ Atatürk’ü Özleyiş”Falih Rıfkı Atay : “Çankaya”Halide Edip . “Türk’ün Ateşle İmtihanıYahya Kemal: “ Çocukluğum, Gençliğim, Siyasi ve Edebi Hatıralarım “Yusuf Ziya Ortaç “ Portreler,” Bizim Yokuş” Ahmet Hamdi Tanpınar . “ Kerkük Anıları” Samet Ağaoğlu: “ Babamın Arkadaşları”Salah Birsel : “Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu”Halikarnas Balıkçısı : “ Mavi Sürgün” Oktay Rıfat . “Şair Dostlarım” Ayrıca, son dönemde, Celal Bayar, İsmet İnönü, Kazım Karabekir ve Rauf Orbay gibi siyasi kişilerin yazdıkları anılar, yakın tarihimizi aydınlatması bakımından önemli eserlerdir. ANI İLE GÜNLÜĞÜN BENZER VE FARKLI YANLARI 1 – Anı da günlük gibi bir kişinin başından geçen gerçek yaşantılardan kaynaklanan yazı türüdür.2- Günlük yaşanırken anı ise yaşandıktan sonra yazılır 3 - Anılar, yazarların yaşlılık çağlarında yazdıkları ve yaşamları boyunca karşılaştıkları olayları nesnel bir şekilde ortaya koyan yazılardır Günlükler ise daha öznel, derin, içten ve ruhun derinliklerinden kopup gelen Anlık duygu ve düşünceler hakimdir.4 - Anı yazılarının anlatım açısından kurgusal niteliklere sahip olduğunu da söyleyebiliriz Günlükler ise kurgudan uzak yoğun düşüncelerin toplamıdır.
Anı (Hatıra)
Toplumların sosyal hayatlarında anı anlatmak (hatıra nakletmek) önemli bir gelenektir. Özellikle yaşlı insanlar kendilerinden daha genç kimselere daha önce görüp geçirdiklerini, yaşadıkları ilginç olayları naklederler. Türkiye'de Kurtuluş Savaşına katılmış hemen hemen her asker, çocuklarına ve torunlarına savaş anılarını uzun uzun anlatmışlardır. İnsanların hayatlarında önemli bir yer tutan, iz bırakan olaylar kolay kolay unutulmaz ve gerek sözle gerek yazıyla bunlar nesilden nesle aktarılır. Dolayısıyla anılar, milleti, yüzyıllar boyu bir devam zinciri içinde, millî birlik halinde tutan, toplumu nesilden nesle bağlayan bir kültür unsurudur. Tarih, önemli ölçüde anılara dayalı olarak kurulur. Edebî bir tür olarak anı, bir kişinin aklının erdiğinden itibaren görüp yaşadığı, kendisi ve toplum için önemli gördüğü olayları ve durumları belli bir sistem içinde yazıya döktüğü, genellikle otobiyografik metinlere denir.
Otobiyografi, kişinin yalnızca kendisiyle ilgili bilgileri verirken, anı, hem bireysel hem de toplumsal anlamda pek geniş bir alanı içerir. Günlük tutan yazar, sıcağı sıcağına günün olay, yaşantı ve düşüncelerini aktarırken, anı yazarı, tarih olmuş eski zamanların olaylarını hafızaya ya da belgelere dayalı olarak ortaya koyar. Bu bakımdan anı metinleri, yalnızca hatırlanabilen, unutulmayan, kaydedilebilen olayları içerdiği için tarihi aynen yansıtmaktan uzaktır. Yaşanmışı unutulmayan izler halinde verebilir.
Anıların yazılış sistemi genellikle kronolojiktir. Yazar, yaşayıp gördüklerini belli bir tarih sırası içinde verir.
Ama kimi yazarlar kronolojiyi gözetmeden aklına geldiği gibi rast gele yazarlar. Bazı anılarsa, roman üslûbuyla yazılırlar. Bu durumda yazar da anı-romanın bir kahramanı konumundadır. Bazı anı kitapları toplum içinde belli özellikleriyle kendini göstermiş kişilerin portrelerinden oluşmaktadır. Yazar, görüp tanıdığı önemli kişilerin, siyasî, edebî, kültürel kişiliklerini, kişisel özelliklerini ve başka yönlerini tasvirî ve çözümleyici bir üslûpla anlatır. Bu tür anı kitaplarına Halit Fahri Ozansoy'un Edebiyatçılarımız Geçiyor(1939), Yahya Kemal Beyatlı'nın Siyasî ve Edebî Portreler (1968) adlı eserleri örnek olarak gösterilebilir.
Yusuf Ziya Ortaç Portreler (1960) adlı kitabında yirmi dört şair ve yazarın fiziksel ve ruhsal portrelerini, sanatları ve eserleri ile ilgili düşüncelerini, kendileriyle yaptığı görüşmeleri, onların kendi üzerinde bıraktığı izlenimleri kaleme almıştır.
Hakkı Süha Sezgin'in 101 kişiden oluşan Edebî Portreler'i de Beşir Ayvazoğlu tarafından alfabetik bir düzen içinde yayımlanmıştır (İstanbul 1997). Vecihi Timuroğlu 'nun Yazınımızdan Portreler (Ankara 1991) adlı eseri 26 kişiden oluşmaktadır. Beşir Ayvazoğlu da "Osmanlının Yadigârları", "Yeni Devir Yeni Yüzler", "46 Sonrası" ve "Onlar da Bizden" adlı 4 bölümde topladığı 40 kişinin portresini Defterimde 40 Suret(İstanbul 1996) adıyla yayımlamıştır.
Türk Edebiyatında şuara tezkireleri, menakıpname, siyer, vekayi'name, gazavatname,
fetihname, sefaretname gibi eserler bilinen anlamıyla birer anı eseri olmasalar da bu türe özgü bazı unsurları barındırmaktadırlar. Babür Şah (1488-1530) 'ın Vakâyi (Babürname), Timur'un Tüzükât, Ebulgazi Bahardır Han'ın Şecere-i Türk adıyla
bizzat yazdıkları eserleri bir anlamda anı eserleridir. Hümayunname (Farsçadan
çeviren: Abdürrab Yelgar,1944), Hümayun'un kızkardeşi Gülbeden'in kaleminden
çıkmıştır. Yine Hümayun ile ilgili anıları ibrikçisi Cevher Tezkiretü'l-Vâkıat adıyla
kaleme almıştır.
Kanunî Sultan Süleyman'ın sadrazamı ve eniştesi Damat Lutfî Paşanın anıları Asafname adıyla Hayat Tarih Mecmuası (S.2, Mart 1968) 'nda yayımlanmıştır. Kadı Macuncuzade Mustafa Efendi (1597) adında Kıbrıs'a tayin edilen bir kadı, Kıbrıs'a yakın bir yerde Malta korsanları tarafından esir edilmesini ve başından geçenleri, türlü anılarını Sergüzeşt-i Esirî-i Malta (1597) adlı eserinde anlatır. Tameşvarlı Osman Ağa da 1788'de Kara Mustafa Paşa'nın Viyana kuşatması sırasında düştüğü esaret anılarını kaleme alır (M.Şevki Yazman, Viyana Muhasarasından Sonra Avusturyalılara Esir Düşen Osman Ağa'nın Hatıraları (1961). XVI. yüzyılda şair Zaifî, anılarını Sergüzeşt-i Zaifî adlı mesnevîsinde kaydetmiştir.
Bu yüzyılda ayrıca Barbaros Hayreddin Paşa'nın anıları, Seyyid Muradî Reis tarafından Gazavât-ı Hayreddin Paşa (Barbaros Hayreddin Paşa'nın Hatıraları, 1995) adıyla kaleme alınmıştır.
XVII. yüzyılda Kâtip Çelebi, Mîzânü'l-Hak, Süllemü'l-Vüsûl, Fezleke, Cihannümâ, Keşfü'z-Zünûn gibi eserlerinde; Evliya Çelebi de Seyahatname'sinde bazı anılarını aktarmışlardır.
Yukarıda verdiğimiz örnekler tarzında pek çok eser, anı türüyle ilişkilendirilebilecek niteliktedir. Burada siyasî ve edebî mahiyetteki anı eserlerin başlıcaları örnek olsun diye düzenlenmiştir. Bunlar kesin sınırlandırmalar değildir. Bir siyasî anı kitabında edebî anılar da olabilmektedir.
a. Siyasî ve Askerî İçerikli Anılar
Tanzimat döneminden itibaren anı yazma geleneği devlet yönetiminde bulunmuş önemli kişiler arasında da yaygınlaştı. Siyasî ve askerî olayların ağırlıklı olarak işlendiği bu tür anı eserlerinde daha çok siyasî çekişmeler, tarafların birbirilerini suçlamaları, görevden alınanların, sürgüne gönderilenlerin kırgınlıkları, sızlanmaları, suçlanan kişilerin kendilerini savunmaları, devlet yönetiminin nasıl işlediği ya da işlemediği; devlete, millete yapılan ihanetler gibi konulara yer verilmiştir. Belli başlı siyasî ve askerî nitelikli anılara şu örnekler verilebilir: Reşid Paşa'nın Hatıraları (1939); Midhat Paşa, Hayat-ı Siyasiyye, Hidematı, Menfa Hayatı (1907); Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir-i Cevdet (1853-1887), Maruzat (1890); Ali Kemal, Yıldız Hatırat-ı Elimesi (1910); İsmail Müştak Mayakon, Yıldız'da Neler Gördüm (1940); Falih Rıfkı Atay, Barış Yılları (1963), Ateş ve Güneş, Zeytindağı; Rıza Tevfik, Ben de Konuşayım (1993); Hüseyin Cahit Yalçın, Siyasal Anılar (1976), Refik Halit Karay, Minelbab İlelmihrab (1964); Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları (1953); Afet İnan, Atatürk'ten Hatıralar (1950); Celal Bayar, Atatürk'ten Hatıralar (1955); Halide Edip Adıvar, Türkün Ateşle İmtihanı (1975).
b. Edebî Muhtevalı Anılar
Tanzimat döneminden itibaren edebiyat alanında varlık gösteren pek çok sanatçı ve yazar, özellikle olgunluk yaşlarında yazdıkları anılarında edebiyata nasıl başladıkları, içinde yer aldıkları edebî topluluk ya da çevreleriyle olan ilişkileri, mücadeleleri, dönemlerinin siyasî, sosyal, edebî, kültürel görünümüne ilişkin düşünce, gözlem ve izlenimleri, eserleriyle ilgili açıklamaları gibi daha çok edebiyat tarihçilerinin ve edebiyatçıların biyografilerini merak edenlerin işine yarayabilecek zengin bir malzeme bırakmışlardır. Edebiyata ilişkin özellikleri ağır basan bu anıların başlıcaları şunlardır: Ebuzziya Tevfik, Nümûne-i Edebiyyat-ı Osmâniyye (1876); Yakup Kadri, Anamın Kitabı (1957), Gençlik ve Edebiyat Hatıraları (1969); Halit Ziya Uşaklıgil, Kırk Yıl (1936), Saray ve Ötesi (1942); Ahmet İhsan Tokgöz, Matbuat Hatıraları (1930); Hüseyin Cahit Yalçın, Edebî Hatıralar (1935); Yahya Kemal Beyatlı, Çocukluğum, Gençliğim, Siyasî ve Edebî Hatıralarım (1973), Siyasî ve Edebî Portreler (1968). Bunlardan başka hariciye ve elçilik, cezaevi -avukat, tiyatro, basın, eğitim ve öğretmenlik, din, tarikat konularıyla ilgili anılar da yazılmıştır.
Türk Edebiyatı'nda Anı Türü(Tarihi Gelişimi ve Temsilcileri)
'Anı'nın eski karşılığı 'hatıra'dır. Edebî bir tür olarak anı, bir kişinin aklının erdiği dönemden itibaren görüp yaşadığı, kendisi ve toplum için önemli gördüğü olayları ve durumları belli bir sistem içinde yazıya döktüğü, genellikle, otobiyografik metinlere denir. Otobiyografi, kişinin yalnızca kendisiyle ilgili bilgileri verirken anı, hem bireysel hem de sosyal anlamda bilgi içerir. Günlük tutan yazar, sıcağı sıcağına o günün olay, yaşantı ve düşüncelerini aktarırken; anı yazarı, tarih olmuş eski zamanların olaylarını belleğe ya da belgelere dayalı olarak ortaya koyar. Bu bakımdan anı metinleri yalnızca hatırlanabilen, unutulmayan, kaydedilebilen olayları içerdiği için tarihi aynen aksettirmekten uzaktır, büsbütün objektif olması beklenemez. Toplumların sosyal hayatlarında anı aktarmak önemli bir gelenektir. Özellikle yaşlı insanlar kendilerinden daha genç kimselere daha önce görüp geçirdiklerini, yaşadıkları ilginç olayları anlatırlar.Anı yazma geleneği, Tanzimat döneminde, kimi devlet adamlarında batıdaki meslektaşlarına olan özentiden başlamış ve giderek günümüze kadar gelmiştir.
Tanzimat öncesindeki şuara tezkireleri, menakıpname, siyer, vekayi'name, gazavatname, fetihname, sefaretname gibi eserler bilinen anlamıyla birer anı eseri olmasalar da bu türe özgü özellikleri taşırlar.
Anılar konuları itibariyle genellikle siyasî ve edebî olmak üzere iki kategoride değerlendirilmektedir. Bunlar kesin sınırlandırmalar değildir. Bir siyasî anı kitabında edebî anılar da olabilmektedir. Kimi anı kitapları da toplum içinde belli özellikleriyle seçilmiş kişilerin portrelerinden oluşmaktadır. Halit Fahri Ozansoy Edebiyatçılarımız Geçiyor (1939), Yahya Kemal Beyatlı Siyasî ve Edebî Portreler (1968); Yusuf Ziya Ortaç Portreler (1960); Hakkı Süha Sezgin Edebî Portreler'i (İstanbul 1997); Beşir Ayvazoğlu Defterimde 40 Suret (İstanbul 1996)... gibi.
5.1. Siyasî ve Askerî Konulu AnılarTanzimat'tan sonra anı yazma geleneği devlet yönetiminde bulunmuş önemli kişiler arasında da yaygınlaştı.
5.1.1. Askerî Konulu AnılarAfet İnan Atatürk'ten Hatıralar (1950), Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler (1959); Falih Rıfkı Atay Atatürk'ün Bana Anlattıkları (1955), Atatürk'ün Hatıraları (1965), Çankaya (1969); Celal Bayar, Şevket Süreyya Aydemir Suyu Arayan Adam (1959); İsmet Kür Anılarıyla Atatürk (1965); Ali Fuat Cebesoy Sınıf Arkadaşım Atatürk (1997); Hilmi Yücebaş Atatürk'ün Nükteleri Fıkraları Hatıraları (1963); Ahmet Cevat Emre İki Neslin Tarihi (1960); Nadir Nadi Perde Aralığında (1965); Erdal Öz Deniş Gezmiş Anlatıyor (1976); Safa Güner Köy Enstitüleri Hatıraları (1963); Yakup Kadri Karaosmanoğlu Zoraki Diplomat (1955). Politika'da 45 Yıl (1968); Samet Ağaoğlu Strazburg Hatıraları (1933), Babamdan Hatıralar (1939), Aşina Yüzler (1965)... Ahmet Ağaoğlu Serbest Fırka Hatıraları (2. baskı, 1969); Erdal İnönü Anılar ve Düşünceler; Rauf Denktaş Rauf Denktaş'ın Hatıraları (4 cilt, 1996); Emre Kongar Ben Müsteşarken (1996); Gülsün Bilgehan Mevhibe İnönü'nün Anıları, Milliyet, 08.03.1998...
5.1.2. Hariciye ve Elçilik AnılarıÜlkemizi yurt dışında temsil eden, yurt dışı görevlerinde bulunan bazı kişiler oradaki kimi ilginç gözlem ve izlenimlerini yazıya dökmüşlerdir. Ali Fuat Cebesoy Moskova Hatıraları (1955); Feridun Cemal Erkin Dışişlerinde 34 Yıl (1980); Zeki Kuneralp Sadece Diplomat (1982)...
5.1.3. Cezaevi ve Avukat AnılarıÜlkemizde belli dönemlerde özellikle aydınlar, sanatçılar, edebiyatçılar ve politikacılar zaman zaman tutuklanmışlardır. Onlar hapishanede yaşadıklarını, yargılanmaları s ırasında başlarından geçenleri, çektikleri sıkıntıları ve bu tür kişilerin davalarını üstlenen avukatlar gözlem ve izlenimlerini anı biçiminde yazmışlardır: Necip Fazıl Kısakürek Cinnet Mustatili (1955), Yılanlı Kuyudan (1970); Bediî Faik Hapishane Notları (1958); Halikarnas Balıkçısı Mavi Sürgün (1971); Aziz Nesin Bir Sürgünün Anıları (1971); Nazlı Ilıcak Allah Kurtarsın (1987); Zeynep Oral Bir Ses (1987); Sevgi Soysal Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu (1976)... 5.2. Edebiyat ve Sanat Konulu AnılarTanzimat döneminden sonra pek çok sanatçı ve yazar, özellikle olgunluk yaşlarında siyasî, sosyal, edebî, kültürel alanlardaki düşünce, gözlem ve izlenimlerini, eserleriyle ilgili açıklamaları yazmışlardır.
5.2.1. Edebiyat Konulu AnılarRefik Halit Karay İstanbul'un İç Yüzü (1920), Üç Nesil Üç Hayat (1943); Ercüment Ekrem Talu Dünden Hatıralar (1945); Nihat Sami Banarlı Yahya Kemal Yaşarken (1959), Hilmi Yücebaş Yedi Şairden Hatıralar (1960); Yusuf Ziya Ortaç Portreler (1960); Oktay Akbal Şair Dostlarım (1964); Zekeriya Sertel Mavi Gözlü Dev (1968), Nazım Hikmet'in Son Yılları (1979); Orhan Kemal Nazım Hikmet'le Üç buçuk Yıl (1965); Mehmet Seyda Edebiyat Dostları (1970), Çocukluk Yılları (1980); Mehmet Başaran Yasaklı (1987); Mehmet Kemal Acılı Kuşak (1968); Demir Özlü Sürgünde 10 Yıl; Ömer Faruk Toprak Duman ve Alev (1969); Sabiha Sertel Roman Gibi (1969); Aziz Nesin Bir Sürgünün Anıları (1971), Poliste (1967)...
Halide Nusret Zorlutuna Bir Devrin Romanı (1978); Meral Tolluoğlu Babam Nurullah Ataç (1980); Talip Apaydın Bozkırda Günler (1952), Karanlığın Kuvveti (1967), Akan Sulara Karşı (1985); Hikmet Erhan Bener Bürokratlar (197879); Muzaffer Buyrukçu Arkadaş Anılarında Orhan Kemal (1984); R ıfat Ilgaz Yokuş Yukarı (1982), Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra (1986); Hasan İzzettin Dinamo 67 Eylül Kasırgası (1971), 2. Dünya Savaşında Edebiyat Anıları (1984); Baki Süha Ediboğlu Bizim Kuşak ve Ötekiler (1968); Samim Kocagöz Bu Da Geçti Ya Hu (1992); Melih Cevdet Anday Akan Zaman Duran Zaman (1984); Ahmet Hamdi Tanpınar "Cahit Sıtkı'ya Dair Hatıralar", Edebiyat Üzerine Makaleler (1969)...

5.2.2. Tiyatro ve Tiyatro Sanatçıları İle İlgili AnılarKimi tiyatro yazar ve sanatçıları da meslek hayatları boyunca başlarından geçen ilginç olayları kaleme almışlardır. Hafi Kadri Alpman Ahmet Fehim Bey'in Hatıraları (1976); Vasfi Rıza Zobu O Günden Bu Güne (1977), Uzun Hikâyenin Sonu (1990); Halit Fahri Ozansoy Şehir Tiyatrosunun 50. Yılı Darülbedayi Devrinin Eski Günlerinde (1964); Haldun Dormen Sürç ü Lisan Ettikse (1977); Gülriz Sururî Kıldan İnce Kılıçtan Keskince (1978); Mücap Ofluoğlu Bir Avuç Alkış (1985)..
5.3.3. Basın AnılarıBasın çalışanlarının, yazar ve muhabirlerinin anıları vardır: Ahmet Rasim Muharrir, Şair, Edip (1926, 1980); Ahmet İhsan (Tokgöz) Matbuat Hatıralarım (19301931); Yusuf Ziya Ortaç Bizim Yokuş (1966); Necip Fazıl Kısakürek Babıali (1975); Vedat Nedim Tör Yıllar Böyle Geçti (1976)...
5.3.4. Eğitim ve Öğretmenlik AnılarıEğitimciler ve öğretmenler, meslekleri gereği yurdun pek çok yerinde bulunarak ülke çocuklarını ve toplumu eğitme sorumluluğunu üstlenmiş kişilerdir. Dolayısıyla eğitimciler birçok sorun, kişi ve gruplarla gerektiğinde mücadele eden kişilerdir. Kimi eğitimciler önemli olaylara tanıklık etmiş olan hayatlarını kaleme almışlardır: Hıfzırrahman Raşit Öymen Mektepçiliğin Kâbesinde İntibaât ve Tahassüsat (1926); Şevket Süreyya Aydemir Toprak Uyanırsa (1963); Fikret Madaralı Ekmekli Dönemeç (1965); Enver Demir Bir Öğretmenin Defterinden 41 Yılın Hikâyesi (1968); M. Rauf İnan Bir Ömrün Öyküsü (1986); Kemal Kurdaş ODTÜ Yıllarım (1998)...
Bu sınıflamanın dışında birkaç örnek: Abdülhak Şinasi Hisar Geçmiş Zaman Köşkleri (1956), Geçmiş zaman Fıkraları (1958)... Nahit Sırrı Örik Eski Zaman Kadınları Arasında (1958); Halit Fahri Ozansoy Eski İstanbul Ramazanları (1968); Malik Aksel Resim Sergisinde Otuz Gün (1943); Samiha Ayverdi Bir Dünyadan Bir Dünyaya (1974), Hatıralarla Başbaşa (1977), Hey Gidi Günler Hey (1989); Esin Afşar Anılar Yanıltır mı? (1995); Halit Kıvanç Hadi Anlat Bakalım Anılar 1 (1998)...
Anı (Hatıra) Bir kimsenin kendi hayatını, yaşadığı devrede şahidi olduğu veya duyduğu olayları anlattığı yazıların ortak adı.Edebiyat sahasının en yaygın türlerinden biridir. Bu türde verilen eserlerin çok değişik sahalarda oluşu, ona belli bir sınır çizme imkânını zorlaştırır. Hatıratın en önde gelen özelliği yazarının hayatının belli bir kesitini de alması ve çok sonra yazıya dökülmesidir. içlerinde hatıra özelliği bulunabilecek seyahatname, sefaret-nâme, muhtıra, tezkire, menkıbe, günlük, mektup, otobiyografi ve tarih türleri ile karıştırılmamaları gerekir. Bu türlerin her birinin kaleme alınış gayeleri ayrıdır. Ortak özellikleri ise yaşanmış olaylar üzerine kurulmuş olmalarıdır. Ancak bu özellik, onları birbirinin yerine koyma sebebi olamaz.Hatırat ile günlük en çok karıştırılan iki türdür. Bu iki türün en önemli ayrılığı günlüklerin yaşarken, hatıratın ise yaşandıktan sonra kaleme alınmalarıdır.Hatıralarını anlatacak olanlar gördüklerini, duyduklarını ve bildiklerini tam bir tarafsızlıkla ortaya koymalıdırlar. Ancak hatıraların kaleme alınışında çoğu zaman yazarın tercihi öne çıkar. Çoğu hatıra yazarı anlattıklarında kendini merkez olarak alır.Hatıralar aradan uzun zaman geçtikten sonra kaleme alındıklarından, yazarlar ancak hafızalarında kalanları yazıya dökebilirler. Bu arada yanlış hatırlanan birçok bilgi de hatıralar arasına girebilir. Hatta yazarlar, günün şartlarına göre hatıralarını değiştirebilir, onlara yeni yorumlar getirebilirler.Hatıra yazarlarının doğru olanı dile getirebilmek kaygısı ile kaleme aldığı devrelerle ilgili çeşitli belge, mektup günlük dergi ve gazetelerden faydalanabileceği de unutulmamalıdır.Hatıra yazarları, hatıralarını kaleme alırlarken kendi bakış açılarını daima esas alırlar. Olaylar, kişiler ve üzerinde kalem oynatılan her durum, yazarın eğilimlerine göre yeniden ifade bulur.Aynı olaylar etrafında başka başka kişiler tarafından kaleme alınmış hatıralar karşılaştırılacak olursa, bu özellik açık bir şekilde kendisini gösterir.Hatıralarını yazanlar bunları meydana geldikleri zamanın imkânları ile değil, olup bitenleri erişmiş oldukları yani ve tecrübeli bakış açısından dile getirirler. Bundan dolayıdır ki hatıralar hep yazıldıkları andan bakılarak kaleme alınırlar. Bu bakımdan hatıraların mutlaka gerçeği anlattığı söylenemez ve onlara sağlam tarihî belgeler olarak bakılamaz.Hatırat yayımlamanın çeşitli amaçları vardır, insanlar, hayat tecrübelerinin başkalarına örnek olabileceğini düşünerek, bizzat yaşanılıp görülen olaylara açıklık ve yeni boyutlar kazandırmak iddiası ile; her dalda sanatkâr, devlet adamı, asker, politikacı ve bu gibilerin biyografilerini tamamlayacak bilgiler vermek üzere-, toplumdaki değişmelerle unutulmaya yüz tutmuş hayat tarzını ve toplum değerlerini tanıtma ve yaşatma gayesi ile; tarih ve kamu oyu karşısında hesaplaşmak, bir nevi günah çıkarmak maksadıyla, gelecek kuşaklara ders vermek için; özlediği mazisine dönüp mutlu olabilmek için ve daha başka sebeplerle hatıralar kaleme alınabilir.Her ne sebeple kaleme alınırsa alınsın hatıralarda dürüstlük, samimiyet ve sorumluluk duygusu ön planda tutulmalıdır.Tarihe, topluma, sanata şekil ya yön vermiş kimselerin hayatı daima insanların ilgisini çekmiştir. Hatıralar, bu konularda ve daha başka sahalarda isim yapmış insanlar üzerinde umumî bilgilerden daha özel bilgiler verir. Bu özelliğinden dolayı hatıralara daima ilgi duyulmuştur.Hatırat yazıları genel mânâda edebiyat sahası içinde kabul edilirler. Ancak onların edebiyat dünyası içindeki ve edebî eserler arasındaki yerini tayin eden dilleridir. Açık, anlaşılır, sade ve canlı bir dil ile yazılan hatırat kitapları olduğu gibi çeşitli söz ve mânâ sanatları ile yüklü hatırat kitapları da vardır. Hatırat türü için tercih edilen açık, sade, anlaşılır, objektif ve canlı bir üslûpla yazılmış olmalarıdır.
__________________
Hatıra Örneği
Çanakkale Geçilmez.

10 Ağustos 1915. Conkbayırı'nı almak ve bütün boğaza hakim olmak için İngilizler 20.000 kişilik bir kuvvetle günlerce kazdıkları siperlere yerleşmişler, hücum anını bekliyorlardı. Gecenin karanlığı tamamen kalkmış, tan ağarmak üzereydi. 8. tümen komutanı ve diğer subaylarını çağırdım:

- Mutlaka düşmanı yeneceğinize inanıyorum ancak siz acele etmeyin, evvela ben ileri gideyim, size ben kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birlikte atılırsınız. Bu durumdan askerlerini de haberdar etmelerini istedim. Hücum baskın şeklinde olacaktı. Sakin adımlarla ve süzülerek düşmana 20 -30 metre yaklaştım. Binlerce askerin bulunduğu Conkbayırı'ndan ses çıkmıyordu. Dudaklar sessizce bu sıcak gecede dua ediyordu. Kontrol ettim. Kırbacımı başımın üstüne kaldırıp çevirdim ve birden aşağı indirdim. Saat 4:30 da kıyametler kopmuştu. İngilizler neye uğradıklarını şaşırmıştı. "Allah Allah" sesleri bütün cephelerde, karanlıkta gökleri yıkıyordu.

Her taraf duman içinde ve heyecan her yere hakim olmuştu. Düşmanın topçu ateşi büyük çukurlar açıyor, her tarafa şarapnel ve kurşun yağıyordu. Büyük bir şarapnel parçası tam kalbimin üzerine çarptı, sarsıldım, elimi göğsüme götürdüm, kan akmıyordu. Olayı Yarbay Servet Bey'den başka kimse görmemişti. Ona parmağımla susmasını emrettim. Çünkü vurulduğumun duyulması bütün cephelerde panik yaratabilirdi. Kalbimin üzerinde bulunan saat param parça olmuştu. O gün akşama kadar birliklerin başında daha hırslı olarak çarpmıştım. Yalnız bu şarapnel vücudumla kalbimin üzerinde aylarca gitmeyen derin bir kan lekesi bırakmıştı.

Aynı günün gecesi, yani 10 Ağustos günü, beni mutlak ölümden kurtaran ve parçalanan saatimi Ordu Komutanı Liman von Sanders Paşa' ya hatıra olarak verdim. Çok şaşırmış, heyecanlanmıştı. Kendisi de alıp cep saatini bana hediye etti. Bu hücumlarda İngilizler binlerce ölü bırakarak tamamen geri çekildi ve Çanakkale' nin geçilmeyeceğini iyice anlamış oldular.

(Alıntıdır)


ANI
* Kişisel yaşantının bütünü ya da belli bölümlerini ya da gözlemleri dile getirmek amacıyla yazılmış edebi metinler ya da kayıtlardır. Otobiyografi ile karıştırılabilen anı, ondan dışsal olaylara verdiği önem nedeniyle ayrılır. Anıda kişisel yaşam izlenimlerinin yanı sıra bu izlenimlerin dış boyutları da geniş olarak yer alır. Otobiyografide yazar öncelikle kendilerini konu edinirken, anı yazarları çoğunlukla çeşitli tarihsel olaylarda rol oynamış ya da bu olayların yakın gözlemcisi olmuş kişilerdir.
insanlar neden anı yazar?1- Kişinin kaybolup gitmesine gönlü razı olmadığı bir gerçeği ortaya koymak. 2- Yazma alışkanlığı içerisinde bulunmak. 3- Birlikte yaşadığı kişilerden kimilerine karşı duyduğu hayranlığı belirtmek. 4- Tarih ve kamuoyu karşısında hesaplaşmak, pişmanlık duygularını anlatarak rahatlamak, bir çeşit günah çıkarmak. 5- Gelecek kuşaklara uyarılarda bulunmak, ders vermek. Anılar aynı zamanda yaşanılan çağın toplumsal durumuna, kültürel özelliklerine ilişkin önemli gözlem ve bilgileri de kapsar. Bu bakımdan, anı türünde yazılmışeserler,çoğu kez okurlara bir çok tarihi olayları da canlı olarak anlatılırlar. Anı: kişisel yaşantının bütünü ya da belli bölümlerini ya da gözlemleri dile getirmek amacıyla yazılmış edebi metinler ya da kayıtlardır. Otobiyografi ile karıştırılabilen Yanı, ondan dışsal olaylara verdiği önem nedeniyle ayrılır. Anıda kişisel yaşam izlenimlerinin yanı sıra bu izlenimlerin dış boyutları da geniş olarak yer alır. Otobiyografide yazar öncelikle kendilerini konu edinirken, anı yazarları çoğunlukla çeşitli tarihsel olaylarda rol oynamış ya da bu olayların yakın gözlemcisi olmuş kişilerdir. Bu kişilerinde yaşadığı şeyleri bir defter ya da bir kağıda aktarmasıdır. Başlıca eserler:Namık Kemal:Magosa Hatıraları;Ahmet Rasim:Şehir Mektupları;Halit Ziya Uşaklıgil:Saray ve Ötesi;Falih Rıfkı Atay:Çankaya.


‘Anı’nın eski karşılığı ‘hatıra’dır. Edebî bir tür olarak anı, bir kişinin aklının erdiği dönemden itibaren görüp yaşadığı, kendisi ve toplum için önemli gördüğü olayları ve durumları belli bir sistem içinde yazıya döktüğü, genellikle, otobiyografik metinlere denir. Otobiyografi, kişinin yalnızca kendisiyle ilgili bilgileri verirken anı, hem bireysel hem de sosyal anlamda bilgi içerir. Günlük tutan yazar, sıcağı sıcağına o günün olay, yaşantı ve düşüncelerini aktarırken; anı yazarı, tarih olmuş eski zamanların olaylarını belleğe ya da belgelere dayalı olarak ortaya koyar. Bu bakımdan anı metinleri yalnızca hatırlanabilen, unutulmayan, kaydedilebilen olayları içerdiği için tarihi aynen aksettirmekten uzaktır, büsbütün objektif olması beklenemez. Toplumların sosyal hayatlarında anı aktarmak önemli bir gelenektir. Özellikle yaşlı insanlar kendilerinden daha genç kimselere daha önce görüp geçirdiklerini, yaşadıkları ilginç olayları anlatırlar.
ANI – GÜNLÜK FARKIAnıyı günlükten ayırmak gerekir.Günlük, günü gününe yazılan olaylar,duygular,düşüncelerle oluşur. Anı ise genellikle, üstünden uzun yıllar geçmiş olayları, durumları dile getirir.Bundan dolayı, gerçeğe uygunluk bakımından günlüklerin daha inandırıcı olma şansı vardır. TÜRK EDEBİYATINDA ANIEski edebiyatımızda bu türün ilk önemli eseri, Babür Şah’ın anılarını kapsayan “Babürname” dir.Ebulgazi Bahadır Han’ın” Şecere-i Türki” si de bir anı kitabıdır.Yeni edebiyatımızda anı türünden eserler, Tanzimat’tan sonra yazılmaya başlanmıştır. 1- Ahmet Rasim, Gecelerim- Falaka- Fuhş-i Atik 2- Halit Ziya, Kırk Yıl- Saray ve Ötesi- Bir Acı Hikaye 3- Hüseyin Cahit Yalçın, Edebi Hatıralar 4- Yakup Kadri , Anamın Kitabı- Gençlik ve Edebiyat Hatıraları-Vatan Yolunda- Zoraki Diplomat- Politikada 45 Yıl 5- Yahya Kemal, Siyasi ve Edebi Portreler- Edebiyata Dair- Çocukluğum, Gençliğim, Siyasi ve Edebi Hatıralarım 6- Halide Edip, Türk’ün Ateşle İmtihanı- Mor Salkımlı Ev 7- Yusuf Ziya Ortaç, Portreler- Bizim Yokuş8- Samet Ağaoğlu, Babamın Arkadaşları- Aşina Yüzler 9- Aziz Nesin, Böyle Gelmiş Böyle Gitmez 10- Oktay Akbal, Şair Dostlarım 11- Salah Birsel, Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu 12- Mina Urgan, Bir Dinazorun Anıları

imla ve noktalama

AKILDA TUTULMASI GEREKEN İMLA VE NOKTALAMA KURALLARINDAN BAZILARI
o Kişi adlarından önce ve sonra gelen saygı sözleri, unvanlar ve meslek adları, tarihî kişilerin adlarından önce gelen unvan ve lâkaplar büyük harfle başlar: Ankaralı Âşık Ömer, Mustafa Efendi, Zeynep Hanım
o Akrabalık adları bildiren kelimeler büyük harfle başlamaz. Ancak akrabalık kelimeleri başta gelirse büyük harfle başlar: Fahriye abla, Ayşe teyze, Numan amca... Nene Hatun, Dayı Kemal…
o Semt, mahalle, cadde, bulvar, sokak, pasaj, çarşı, park isimleri (bunlarda geçen tüm kelimeler) büyük harfle başlar: Atatürk Bulvarı, Adnan Menderes Caddesi, Gönül Sokak, Kuyumcular Çarşısı
o Deniz, göl, akarsu, boğaz, geçit, dağ, tepe, ova, yayla isimleri büyük harfle başlar: Manş Denizi, Büyük Okyanus, Van Gölü, İstanbul Boğazı, Ağrı Dağı, Everest Tepesi, Konya Ovası ...
o Millî ve dinî bayramlarla bayram niteliği kazanmış günler büyük harfle başlar: Cumhuriyet Bayramı, Kurban Bayramı, Anneler Günü, Öğretmenler Günü…
o Kurum, kuruluş, makam, üniversite adlarının kısaltmalarında bütün harfler büyüktür. Harfler arasına nokta koymaya gerek yoktur: TRT, TBMM, İTÜ, DSİ, TDK…
o Bu kısaltmalardan sonra gelen çekim ekleri kesme ile ayrılır. Ekler son harfin okunuşuna göre belirlenir; kelimenin uzun şeklinin okunuşuna göre değil: TBMM’nin, DTCF’ne değil DTCF’ye, İTÜ’nden değil İTÜ’den
o Bazı kısaltmalar kelime gibi oluşturulmuştur. Bunlara getirilen ekler de okunuşa göre belirlenir: MEB’e ASELSAN’da, BOTAŞ’a, SEKA’nın, TEDAŞ’ta…
o Özel isim olmayan kelimelerin kısaltması küçük harfle başlar: c. (cilt), s. (sayfa), bkz.(bakınız), vb. (ve benzeri), vs. (ve saire), is. (isim)…
o Bu kısaltmalara ek getirilirken kelimenin uzun şeklinin okunuşu esas alınır; ekler kesmeyle ayrılmaz: vb.leri, vs.den, is.ler, sf.lar,
o Ölçülerin kısaltmalarında nokta kullanılmaz: C, Ca, Fe, m, mm, cm, km, g, kg, l, mg...
o Bu kısaltmalara ek getirilirken kelimenin uzun şeklinin okunuşu esas alınır; ekler nokta kullanılmadığı için kesmeyle ayrılır: cm’yi, g’dan, kg’dan
o Özel isme gelen ek fiil kesme işareti ile ayrılır: Serkan imiş→Serkan’mış, Ali imiş→Ali’ymiş
o “-mi”, kendinden önceki kelimden her zaman ayrı (soru anlamı vermediği zamanlarda bile) yazılır: Sen burada mısın? İzmir mi yoksa İstanbul mu daha güzel? Güzel mi güzel bir evi var.
o “de” cümleden çıkarıldığında anlam değişiyorsa hal ekidir ve bitişik yazılır, anlamda fazla bir bozulma olmuyorsa bağlaçtır ve kendinden önceki kelimeye ayrı yazılır.
o “belki, çünkü, hâlbuki, mademki, meğerki, oysaki, sanki” bağlaçlarının dışında “-ki” bağlacı her zaman kendinden önceki ve sonraki kelimelerden ayrı yazılır: Bir şey biliyor ki konuşuyor. Sınavı kazanabilir miyim ki...
1. ”etmek, olmak” filleriyle kurulan birleşik fiiller herhangi bir ses olayı yoksa (alay etmek, fark etmek, hasta olmak…)
2. Yol ve ulaşımla ilgili kelimeler (hava yolu, kara yolu, deniz yolu…)
3. “bilim ve bilgi” adlarıyla kurulan kelimeler (dil bilimi, edebiyat bilimi, dil bilgisi…)
4. Yiyecek, içecek adlarından biriyle kurulan birleşik kelimeler (sigara böreği, su böreği, portakal suyu, tas kebabı, kaşar peyniri…) her zaman ayrı yazılır. Bunun dışındaki birleşik kelimeler bitişik yazılır
o İkilemeler genellikle ayrı yazılır. Araya hiçbir noktalama işareti de konmaz: Anlata anlata, ev bark, çoluk çocuk, ufak tefek…
o Yansıma seslerden oluşan ikilemeler bitişik yazılır: cırcır (böceği), cızbız, civciv, çıtçıt, dırdır, fırfır, fısfıs, hımhım, hoşbeş, şıpşıp (terlik)...
o Rakamlardan sonra getirilen ekler kesme işareti (‘) ile ayrılır: Saat 10.30’da, 1972’de, 2000’den, 12’nci...
o Üleştirme sayıları harfle gösterilir: ikişer, yedişer, dokuzar, üçer üçer, onar onar, ellişer bin lira, yüz yirmi yedişer milyon...
o Pekiştirme sıfatları ve zarfları bitişik yazılır: dümdüz, sapsarı, kapkara, apaçık, tertemiz, çepeçevre…
o Özel adlar için yay ayraç içinde bir açıklama yapıldığında kesme işareti yay ayraçtan sonra konur: Yunus Emre (1240?-1320)'nin, Yakup Kadri (Karaosmanoğlu)'nin.
o Özel adlara getirilen yapım ekleri, çokluk eki ve bunlardan sonra gelen diğer ekler kesmeyle ayrılmaz: Türklük, Türkleşmek, Ahmetler, Mehmetler, Türkçenin, Atatürkçülüğün.
o Devlet adlarına gelen çekim ekleri kesme işaretiyle ayrılır: Türkiye Cumhuriyeti’ni, Osmanlı Devleti’ndeki, Azerbaycan Cumhuriyeti’nden
o Saray, köşk, han, kale, köprü, anıt vb. adlarına gelen çekim ekleri kesme işaretiyle ayrılır: Dolmabahçe Sarayı’nın, Çankaya Köşkü’ne, Ankara Kalesi’nden, Çanakkale Şehitleri Anıtı’na.
o Kitap, dergi, gazete ve sanat eseri (tablo, heykel, müzik vb.) adlarına gelen çekim ekleri kesme işaretiyle ayrılır: Nutuk’ta, Kiralık Konak’ta, Resmî Gazete’de, Onuncu Yıl Marşı’nı, Yunus Emre Oratoryosu’nu, Atatürk Uluslararası Barış Ödülü’nü.
o Kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge ve genelge adlarına gelen çekim ekleri kesme işaretiyle ayrılır: Millî Eğitim Temel Kanunu’na, Medeni Kanun’un
o Kıta, deniz, nehir, göl, dağ, boğaz, geçit, yayla; ülke, bölge, il, ilçe, köy, semt, bulvar, cadde, sokak vb. coğrafyayla ilgili yer adlarına gelen çekim ekleri kesme işaretiyle ayrılır: Asya’nın, Marmara Denizi’nden, Meriç Nehri’ne, Van Gölü’ne, Ağrı Dağı’nın, Çanakkale Boğazı’nın, Ankara’ymış, Sungurlu’ya, Ziya Gökalp Bulvarı’ndan, Yıldız Mahallesi’ne, Taksim Meydanı’ndan, Reşat Nuri Sokağı’na,
o Kişi adlarından sonra gelen saygı sözlerine getirilen ekleri ayırmak için kesme işareti kullanılır: Nihat Bey’e, Ayşe Hanım’dan, Mahmut Efendi’ye, Enver Paşa’ya vb.
o Kurum, kuruluş, kurul ve iş yeri adlarına gelen ekler kesmeyle ayrılmaz: Türkiye Büyük Millet Meclisine, Türk Dil Kurumundan, Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğüne, Bakanlar Kurulunun, Danışma Kurulundan, Mavi Köşe Bakkaliyesinden,
o Uzun cümlelerde yüklemden uzak düşmüş olan özneyi belirtmek için (özne ile yüklen arasına başka öğeler girmişse) özneden sonra virgül (,) kullanılır: Çocuk, soğuk bir kış günü ayrıldığı ve uzun zaman haberini dahi alamadığı köyünü artık unutmuştu.
o Cümle içinde “ve, veya, yahut” bağlaçlarından önce ve sonra virgül kullanılmaz; başka noktalama işaretleri de kullanılmaz.
o Okuyucunun cümleyi zihninde tamamlaması beklenerek bitmemiş veya bitirilmemiş cümlelerin sonuna üç nokta (…)konur: Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı... Onu bir defacık görebilmek için nelere katlanmazdım ki...
o Cevabı zaten içinde olan soru cümlelerinde de soru işareti kullanılır: Haksız mıyım? Liderler içinde Atatürk gibisi var mı?
o İçinde soru kelimeleri veya soru eki bulunan ama anlamca soru cümlesi olmayan cümlelerde soru işareti kullanılmaz: Kaça aldım, şimdi hatırlamıyorum.
o Ünlem işareti, ünlem ifadesinden hemen sonra kullanılabileceği gibi cümlenin sonunda da kullanılabilir: Eyvah, geç kaldım! Eyvah! Geç kaldım!
o Kitap isimleri ve yazı başlıkları yazıda tırnak içinde gösterilir. Bunlardan sonra kesme işareti kullanılmaz; çünkü tırnak işareti aynı zamanda kesme işaretinin görevini de üstlenir: Tanpınar’ın tek denemesi,”Beş Şehir”dir.

ahmedi

AHMEDİ; 1334- 1413
Türk Divan Şiirinin kurucusu kabul edilen 14. yüzyıl şairi. Nerede ve ne zaman doğduğu hakkında kesin bir bilgi yoktur. Kütahya’da 1334 yılında doğduğu tahmin edilmekte ise de aslen Sivas ve Amasyalı olduğu da zikredilmiştir. İbn-i Arabşah, şairin 1413 yılında Amasya’da vefat ettiğini haber vermektedir. Asıl adı Tacüddin İbrahim olup, şiirlerinde Ahmedi mahlasını kullanmış ve bununla şöhret bulmuştur. İlk tahsiline Anadolu’da başlamış, daha sonra Mısır’a gitmiş, büyük alim Ekmelüddin Baberti ile yine orada birçok alimden okumuştur. Molla Fenari gibi meşhur alimlerle arkadaşlık yapmış, sonra Anadolu’ya dönerek Kütahya’ya yerleşmiştir. Yazdığı şiirleri Germiyanoğlu şehzadesi Süleyman’a takdim etmiş ve iltifatlarına kavuşmuştur. Ankara savaşından sonra Timur Hanın da yakın ilgisini görmüştür. Daha sonra Süleyman’ın emri ile yazmış olduğu Tervih-ül Ervah’ı Çelebi Sultan Mehmed Hana takdim etmiştir.
Sanatı: On dördüncü yüzyıl divan şiirinin asıl kurucusu ve üstadı sayılır. Gerek divan şiiri ve gerek mesnevi tarzında eserler veren şair, dini konuları işlediği şiirlerinde, tasavvufa geniş yer vermiştir. Günlük hayatın diğer taraflarını konu alan şiirleri de vardır. Gazel, kaside ve mesnevilerindeki sanat seviyesi ve söyleyişi asrının öteki şairlerinden üstündür. Bir diğer özelliği de, çok eser vermiş olmasıdır. Her konudaki çok geniş kültürü, şark mitolojisi ve İran edebiyatı üzerindeki bilgisi, Ahmedi’ye hem kolay, hem de çok yazmak imkanını vermiştir.
Eserleri:
İskendername adlı eserini, Emir Süleyman’a sunmak için kaleme aldı. Bu eserde Makedonyalı İskender’e ait tarihi rivayetleri toplamıştır. Ancak Emir Süleyman’ın ölümü üzerine, Yıldırım Bayezid’in oğullarından Süleyman Çelebi’ye takdim etmiş ve eserin sonuna, Dasitan-ı Tevarih-i Müluk-ı Al-i Osman adlı manzum bir Osmanlı Tarihi yazmıştır. Bu kısmın tarih ve edebiyat bakımından büyük bir önemi vardır (ilk Osmanlı Tarihi olması bakımından). Her iki kısımla birlikte eser 10.000 beyte yer vermektedir.
Cemşid-ü Hurşid, İran şairi Selman Saveci’nin aynı isimli eseri temel alınarak yazılmıştır. 5000 beyte yer veren eser, telif hükmündedir. Çünkü Selman’ın eseri 2700 beyit tutarındadır. Bu durumda şair eserin Farscasını asıl almakla birlikte, kendisinden de pek fazla ilavelerde bulunarak eseri genişletmiş ve tercüme kokusunu ortadan kaldırmıştır. İranlı şair Salman Saveci'nin aynı adı taşıyan 1700 beyitlik yapıtının genişletilmiş çevirisi olan, Cemşîd ü Hurşîd, ünlü 14. yüzyıl divan şairi Ahmedî'nin belki de en çok tanınan eseridir.Ahmedî'nin bu ünlü mesnevisi beş bin beyitliktir.Mesnevide gündelik hayata dair unsurlara sık rastlanmaktadır. Eserden bir beyit: Didi kim derdümün yokdur keranı-
Nice takrir ideyim ben anı
Ahmedî'nin bir de divanı olup, değeri İskender-nâme’sine nispetle daha yüksektir; sekiz bin beyitten fazla olan bu divanda şiirin muhtelif şekillerini havi manzumeler görülür; yine Ahmedî'nin beş bin beyitli Cemşid ü Hurşid isimli manzumesi, Çin hükümdarının oğlu Cemşid ile Rum kayserinin kızı Hurşid arasındaki âşikane macerayı tasvir etmektedir; gerek bu eserini ve gerek Tervîhü’l-Ervâh adındaki tıbba dair manzum ve mufassal telifini Emîr Süleyman Çelebi'nin emriyle kaleme almıştır. cemşid-ü hurşid döneminin sosyal özellikleriyle örtüşmemektedir.çünkü bu mesnevi konusunu iran(fars)edebiyatından almıştır
Tervih-ül Ervah, 4000 beyitlik büyük bir mesnevidir
felek yire gövürüben temur’ukonukladı et ile mar u muru
gövürüben:geçirerek
mar u mur :yılan ve karınca

ağız ağız örnekleri

Söke ağız örneği
TEKERLEMELER

1.
Gagı va, gagıcık va
Gagıdan gagıya fak va
Gemencik gagısı bamak gibi
Umulu gagısı badak gibi
İmamköy gagısı va
Bağmak bağmak
Ebeyli gagısı va
Dınak dınak
Gagı va beli bükülü
Gagı va deli dövülü
Gemencik gagısınnan
Otakla gagısının fakı
Ota bamak gibi
Gagı va, gagıcık va
Gagıdan gagıya fak va

2.
Olum Amat
Amıdın dalında hebe va
Hebenin gözünde toba va
Tobanın içinde çıkın va
Çıkının içinde tana çobası va
Alıp gelive de yiyelim

BİR HATIRA

Çocukluğunda ilk defa Germencik’i gören bir köylü, kırk yıl sonra tekrar oraya gider, şaşırır kalır ve gördüklerini komşularına şöyle anlatır:
“Ey, gonşula geliven bi! Bakın da nele decem size. Böyün Gemenciğe gittim. Bi de nele görem? Gemencik şeher olmuş, şeher! Baza yatana gidivedim. Köftülü kebabla dizilivemiş. Otomofille sılanıvemiş. Şaşdım galdım. Bi de deve küleşi va dedile. Goştum gidivedim. Hakem hiyetinden Mıstıva Çavış, opalödene ba ba bağıbatı. “Çocukla gıyıya gaçsın, gebe gala da ayağaltında dolaşmasın! Devele gaçça haa!” deye.”

Bazı örnekler: 1. O konuyu daha araştırık deyilim. 2. Ali arabayı satık mı? 3. Senin çocuk okulu bitirik mi? 4. Bitirmesine bitirik de iş buluk deyil. 5. Dayım daha yaylaya gidik deyil.6. Emmim gızını evlendirik mi? 7. Parayı faize yatırık. 8. Buban uyanık mı? 9. Yoo! Akşam çok geç yatık. 10. Bu içik? 11. Yemek parası ödenik, yatak parası ödenik deyil.
2. Normalde R veya L ile başlaması gereken sözcüklerin başına, uyumuna göre I,ı ya da U,Ü getirilir. Legen / illegen; Raki / Iraki; İrecep! İlimonu ırafa goy, Iramazan'da ilâzım olur. Ürüstemi sokmuş. İremziye İlibas'a getmiş.
3. Genellikle A seslisinden hemen sonra gelen U seslisi I' ya dönüşür. Mâmıd armıt çamır demeden yollara düşmüş. Anamır'dan garpız aldık.
4. Bir kelimede ML, LV, PR ya da RV yan yana ise, metatez olayına
oldukça sık rastlanır. Memleket / Melmeket; Çömlek / Çölmek; Zelve/ Zevle; Kibrit / Kirpit; Yaprak /Yarpak; Kirve Pervaz/ Pevraz; Bütün gece kipriğim kipriğime değmedi. Bizim oğlanın kivresi kipri eti yemiş.
5. Bazen E'nin A'ya dönüştüğü / Alma ; beraber / barabar. Ataş gibi, bu habari emmine ulaştır.
6. Y 'nin etkisi ile, A bazen E'ye dönüşür. Kolay gelsin! gelsin! Azrail ( Azrayil ) / Arzeyil Babası yaylaya çalışmaya gitmiş / Bubası yaylıya çalışmaya gidik.
7. İlk hecedeki i, e'ye i'ye dönüşür. İyi / Eyi ; Hiç / Heç ; Nereye / Nireye.
8. Sert sessizler genellikle yumuşar. Teyzeme kum lâzım / Deyzeme Yenikaş'tan geliyor / Yenigaş'dan geliyor.
9. Ð genellikle düşer ve önündeki sesli harf uzatılır. Yağmur / yâmır; Ağaç / âç; kesiyor: âm dâda âç kesiyor.
10. Ağız ve burundan aynı anda çıkartılan nazal bir ses vardır. Domuz / Doñuz ; Çarşıdan / ÇarşidaD mi geliyo Denize mi gidiyorsun / Deñize mi gidiyoñ Eskimiş/yıpranmış : DoşaDıyık, 11. Iki heceli sözcüklerde, hece A ile biterse, bu hecedeki A genellikle uzatılır: Salı / Sâlı; Zafer / Zâfer; Marul / Mârul; Kare / Kâre; 12. yöredeki söylenişi: Tencere / Çencere; şimdi / Hindi; Ayva / Hayva; şemsiye / şemşiye; İbrik / Irbık; Siftah
Yöresel sözcükler :
Firek-Domates Ülübü-Fasulye Bostan-Salatalık Yemiş İncir Darı Harnup-keçi boynuzu Geyil- kapari Melengiç-Çitlenbik Dangalak- melya Tokmakan Semizotu Gölük- Sincap Cülle Civciv Keş Çökelek Işam Çam Gayıt- Kara saban Tangırcı Sitil Bakraç Ganayaklı Kadın Hangırda?- Nerede? Henderde şurada Hendêni Çember-Tülbent Ötürük İshal Allım yeşillim- gök kuşağı Develenmek Kaşınmak Kösülmek- Oyalanmak Tosmarmak-yatıp uyumak yoymak- bozmak
BATI ANADOLU AĞIZLARINDAN ÖRNEKLER:Alnacında: Tam karşısında.Anşırtmak: İma etmek.Burma: Musluk.Çilpi: Küçük, ateş tutuşturmakta kullanılan odun parçası.Bağa: GuatrÇiritmek: Üşümek, titremek.Değin: SincapGenk: İşlenmemiş sert toprak.Imgıraz: Hastalıklı, çökmüş (kişi)Keşir: HavuçGöcen: Tavşan yavrusu.Göde: Zayıf, çelimsiz.
DOĞU VE GÜNEDOĞU ANADOLU AĞIZLARINDAN ÖRNEKLER:Böğürcük: Böbrek. Cembek: Kalabalık aile.Yanır: Yara.Pisik: Kedi.Mişmiş: Kayısı, zerdali.Küncü: Susam.Ariş: Asma.Tağa: Pencere.Tike: Parça (kuşbaşı et).Kara yatılık: Tifo.Öden: Mide.Ölülük: Mezarlık.
ORTA ANADOLU AĞIZLARINDAN ÖRNEKLER:Bük: Ağaçlık yer.Cilis: İyice, hepten.Çıdırgı: Ateş tutuşturmakta kullanılan kuru dal parçaları.Efenekli: Aşırı titiz.Çörtleğen: Binanın damından yağmur vb. suyunun akmasını sağlayan madeni oluk.Enek: Meyve çekirdeği.Gidişmek: Kaşınmak.Ellik: Sahur.Filke: Musluk.Homukmak: Memnuniyetsizliğini yüz ifadeleriyle belli etmek.Pürçüklü: Havuç.Balak: Tavşan yavrusu.
KUZEY ANADOLU AĞIZLARINDAN ÖRNEKLER:
Güpül: Şişman.Hasarı: Büyük su kamalı.Kemçük: Eğri.Orakayı: Temmuz.Yal: Hayvan yiyeceği.Teğin: Sincap.Çağ: El yıkama yeri (lavabo), banyo yapma yeri (banyo).Çerik: Tuzlanmış ve kurutulmuş et.Eze: Teyze.Çiğit: Meyve çekirdeği.Kırtlamak: Isırmak.
Aksaray Ağzı (Yöresel Konuşmalar)ağpakla: kuru fasulyekerme: tezekaspap:giysifirek:domatesgırmızı:domatesabov:şaşmakiri:eşek yavrusukeneflik:tuvaletfirik(kibarcası ferik):ikinci avrat(hanım,eş)olçum:çok bilmiş(örnek kullanım: şu sıpa nadar olçum:=)devrambel,devramber:ay çiçeğiçörten: su oluğuödek:korkakellam:sanırım,heraldepürçüklü:havuçemi:tembih( ebeyin uçkurunu ilmekle emi)ilmek: düğüm,bağebe:ninebıldır:geçen yıl(bıldır alamancılar geldiğinde balık yimiye gitdiydik.)könbe,kombe: tepside hamurun kabartılarak ve üstüne yumurta sarısı sürülerek yapılan yumuşak ve datlı bi çörek.(”sabah annem kömbe çekerdi bi tepsi yirdim valla güccüken” gokbey h.)bocut:su testisi (tarlıya giderken bi bocut su alalım susarık)dimi:kadın şalvarı,avratların giydiği fistanlavgar:çok konuşan,çenesiz(”ürüstem emmi nadar lavgar”,”lavgarlanma kız yima yakacın”)çetik:havalı ayakkabı,terlik(küçükken çetik giyerdim,altı ince oluyo ya ayağıma çalı battı 10 gün yürüyememiştim.)nörüyon: ne yapıyon (olum nörüyon len)kümpür:patatesçömçe:kepçeentare:etekhıyar:salatalıkzerdeli:kaysıgüvarcin,güvencir: güvercinibik: gagagebeş:şişmanseklem:çuvalheye:evetzobu:iri yarıhincik,hinci:şimdihedik:kaynamış buğdayzembelek:kapı tokmağıişlik:gömlektınaz: sürülmüş samanyumuş:hizmet (yumuş buyurmak)
böööhhh (sasirdigin zaman)
ne din sen yaww beeeeeehhhh
sabah selamlasirken : zabamiz hayrolsun karsidaki abetimiz (akibetimiz) hayrolsunogle selamlasirken :Bu zamanimiz hayrolsun karsidaki abetimiz hayrolsunaksam selamlasirken :aasamimiz hayrolsun karsidaki de abetimiz hayrolsun der
NAHA ÇOCUK
(Denizli ağzından örnekler) derleyen:şükrü tekin kaptan "Nazar Değmesin"
"Çok şükür her şeyleri yerinde, ev, barg, Ta-la tokad, mal maşad hepiciği va. Yalnız çocukları yog. Keşkem heç bişeycigleri olmaseydi de bi çocugları olseydi. Çocugları olmasına oldu, olsa ne fayda heç biri yaşamadı. Hepiciği öldü. Ne-le yapmadıla, en derin hocalara gidip nusga mı yazdırmadıla, ne yapdılasa bi dürlü çaresini bulamadıla, oldu olceg, bi de doktura gidelim dedile. Giddile. Dokdur ne dedi ise hepsini yapdıla. Nur topu gibi bi o-lan çocukları dünyüyü geldi. Çocug doğa doğmaz, boynuna maşallah yazılı musga, omuz başla-na gög boncug digdile, naza ilmesin. Hısım, gavım duyan geldi. Her gelen bi şey getirdi dagdı, şaçından dırnana gada da ne buldulasa dagıb dagışdırdıla. İncigden boncugdan görünmez oldu cocug. Ötekile gibi ömesin, dursun deye adını Duran godula. Duran ölmedi durdu. Se-pildi böyüdü, Maşallah tosun gibi oldu. Yalnız bi huyu va, sabah gide oyun yerine, A-şam bulunu geli eve, ne yapdılasa bu huyundan bi türlü vaz geçiremedile. Gün ölümlü, gün aşamlı, ölmeden o-lumuzun mürüvedini görelim dedile. Malımıza yabancıla girmesin deye dezesinin gızınna nişannayıvedile. Gız on segiz yaşında, Duran onüc. Olumu öle şey desiniz, olma emme oldudula. Gız olandan böyüg olusa eyi olunmuş, onu çeke çevirip adam edemiş, Çoga vamadı. Düyün duduldu. Üc gün üc gece davı zurna çaldı, çağırdı. Köv yerinden oynadı, dördüncü günü gelin eve gedi dayandı. Hekes bekleyo Duran gelceg, hoş geldin deceg, gelinin yüzünü acceg deye. Bi de bagdılaki Duram yog. Oyun yerinde aradıla buldula. "Hadi bakabım, bag biz sana ne gözel oyuncag alıvedig. Bundan keri onunla oyneşirsin". Dedile, Aldıla geldile, gelinin yanına gatıvedile, Duran evlendi ya, heç deişmedi. Gine aynı hamam, aynı tas. Sabaleyin gide oyuna, aşam geli eve, Üttüğü boncugları evin ortasan yığa, hepicini gözelce saya, ondan keri geçe gelinin gaşısına "Hadi bakalım boncug oynamaya. "Gelin" A benim Duran'ım hep boncug aynayıb durulmaz, gel bazı birdirbir oynayalım. "dese bi gulandan gire, öte gulandan çıka. Kendi kendine oyna oyna, uykusu geli, bi köşede gıvrılı galı, Gelin onu alab yatagına yatırı. Böle böle ayla geçdi, hemen yılına varıyo. Kimsecigle gelibde gelinin halını hatırını sormadı. Evlendi evleneli bi gün ossun yüzü gülmedi. Duran hıyaneti oyundan elini başına alıbda heç halinden bilmedi. Hepsini içine addı. Bagdı gödü, olce yog. Kendi kendine bi türkü yagdı, Yalnız galdığı zaman çekili odasına türküsünü söle, gönlünü böle eyle oldu. Bi gün gayınnası evin hayatında oturuyodu. Yanıg ağlamsı bi ses geldi, gelinin odasından. Anagda deliginden eyildi bagdıydı, gelin evin otasına diz çögmüş oturmuş, iki elleni yokarıya galdırmış, dua ede gibi, hem ağleyyo, hemide sölleyo,-
Sabah olur çocuk gider oyuna, Oynar oynar gum doldurur goynuna Yalanım varsa obalınız boynuma,
Naha çocuk gebereydin öleydin öleydin, Sen öleydin ben dengimi bulaydım
Arada bi havada elleni yumruk yapıyo, guvatı yeddiği, gada dizlene dizlene vuruyo. Gine söylemeye devam ediyo:
Sabah olur çarığını geyemez, Çifte gider bir evlek yer süremez, Eve gelir ince belden saramaz
Naha çocuk gebereydin öleydin öleydin, Sen öleydin ben dengimi bulaydım.
Bende bıgdım bu çocuğun elinden, Hezer eddim, elalemin dilinden, Geçdim senin maşadından malından,
Naha çocuk gebereydin öleydin öleydin, Sen öleydin ben dengimi bulaydım.
Ünü, sesi yeddiği gada bi avaz galdırıvedi gayınna. "Amanın gomşula, başımıza geliverene, biz bunları everdig de heç ne edip goyyosunuz, geçincemeniz nasıl dememişiz. Hele bizi oluveren işe "emme gabahat hep bizimkinnede. Biz sene oyneş dediyseg boncug oyna mı dediğ, a gözleri kör olmayasıca. Ulaşın gomşula!" Mehelle toplandı. Duran'ın gulanı çektile. "Sen adam oldun gari. Boncuğ oynamağ yoğ." Dedile. Duran söz vedi. Sözünü duttu. Ne kada boncuğ vasa hepicini addı. Gül gibi geçindile giddile. Geçinsele faydamı va. Bi kerem kövün diline düşdüle.
Sıvas ağzı
sözcükler normal haline göre biraz uzar veya kısalır.ayrıca kapalı -e- harfi sivas yöresinin en belirgin ağız özelliğidir.en etkileyici sessiz harfler de -k- ve -g- harfleridir.örnekler;gadeyif (kadayıf),gadun (kadın),pıçah (bıçak),heş (hiç),göerçin (güvercin),biyas (beyaz),cızgı (çizgi),gapu (kapı),hırhıs (hırsız),garel (karar),bahıyım(bakayım) gibi...bir de sadece o yörede kullanılan kelimeler var;çepik (sepet)cibelme (şımarma)devliğ (ihtiyaç)salıkçı (haberci)taylamak (dengelemek)tunıp (sınır)yanlıh (ayran kabı)him (temel)bille (zaman) gibi...belirgin yerel ağız özelliklerinden biri de şudur;çiftleme;döşşek, issilik, aşşa (aşağı), ossahat (o saat), güccük gibi...
sübürge çalmak - süpürge ile süpürmekbez çalmak - herhangi bir yeri bezle silmekköstava - ateş küreğiformalı defter - ortalı defteryitelemek - itelemekokul jilesi - okul forması
Karakoçan MAHALLİ AĞIZ ÖRNEKLERİ:
Afat: Afet, bela Aha: İşte
Alınça : Erik Badi: Büyükçe tas
Belek: Alacalı Ber: 30 bağ ot
Bibi: Hala Cacım: Bir çeşit kilim
Camus: Manda Cazu :Kurnaz,cadı
Cısır : Direk Çalcı: Hırsız
Çalık: Çukur Çap: Ölçeğin dörtte biri
Çayan : Yengeç Çigit :Çekirdek
Çurtan: Kurut, çökeleğin kurutulmuşu Dırık: Böğürtlen
Ehven: Basit, adi, ucuz Essah: Gerçek mi, gerçekten mi
Eşkere: Aşikar, aleni Eyam : Hava
Gevende: Başıboş,soytarı Gom: yayla evi (köm)
He: Evet Heket: Doğru mu, sahi mi
Hesud: Haset, kıskanç Hırhız: Hırsız
Hıyar: Salatalık Kaş: Yokuş
Keko: baba, ağabey Keşmer: maskara, komik
Kıdik : Oğlak Kod: Çapın dörtte biri
Kuncık: Köşe, bucak Kûte: Acur
Lor: Bir çeşit çökelek Mostra: Suratsız, maskara
Mozik: Topaç Nahır: Davar sürüsü
Pepe: Ekmek ( çocuk ağzı) Pisik: Kedi
Riçik: Ağaç kökü Stil: Kova
Şer: kötülük Tencik: Tencere
Teşt: Leğen Tospağa: Kaplumbağa
Üsküre: Büyükçe tas Zibil: Hayvan gübresi
Zornak: Kapı sürgüsü
Kızılcahamam Yöresel Ağız ve Konuşma Örnekleri

Adres = EdresAkşam = AğşamAmca = AbıcaAz önce = TiminAz= BigırıkZira = ZereBir yudum = BidıkımÇabuk = TizDoğru = EssahKalça = ÇonMünakaşa = ÇekişSaf = ÇıklaOyun bozmak = CınımakGeçen yıl = BıldırBembeyaz = AkpakCeket= AbaBüyük = BöyükPantolon = TummanGömlek = MintanLahana = KelemPatates = GümbülFasülye = FasillaYarın = Zabah

KUMLUCADA KONUŞULAN AĞIZ ÖZELLİKLERİ
(TÜRKÇEMİZİN KUMLUCADA KONUŞULAN AĞIZ ÖZELLİKLERİ)
(KUMLUCA AĞZINDA TÜRKÇEMİZ)
Agız, bir dilin konuşma dilindeki farklılıklarıdır.Belli bir dilin konuşulduğu toplumlarda değişik yerleşim birimlerinin konuşma dilinde farklılıklar görülür.Buna dil biliminde "ağız" denir. Örnek: Karadeniz ağzı,Konya ağzı,Tekirdağ ağzı gibi. Büyük yerleşim birimlerinden daha küçük ilçe,belde,köy gibi yerleşim birimlerine inildikçe bu farklılık daha da çeşitlenir. Türkiye Türkçesi'nin konuşma dilinde Antalya ağzı diye bir farklı dil özelliği olmakla beraber ilçelerinin de kendine has ağız özellikleri vardır.Kumluca'yı tanıttığımız bu çalışmamızda Kumluca ve köylerinde yaşayan yerli insanlarımızın konuşma dilinde görülen ağız özelliklerinden örnekler aktarmayı uygun gördük.
A-Kumlucada kullanılan kelime örnekleri:(Sadece Kumluca'ya has)
-VOY(VOOY):
Kişiler arasındaki hitaplarda,diyaloglarda kullanılan bir seslenme ünlemidir.Çok yaygındır.
Örnek :
"Voyy! Vooyy Amat aa ! (Hey Ahmet Ağa!)
-ULAN,ÜLEN:
Konuşmalarda cümle başı edatı veya hitap ünlemi gibi kullanılır.Sinirli ve kızmış bir kişinin cümlelerinde sıkça rastlanır.
Örnek :
"Ulan bene baksaa!"(Kızgın:Bana bak!-Beni Dinlermisin.) "Ülen herif! endene bişe söylesee" (Kadın Kocasına , öfkeyle:Herif! ona birşey söylermisin.)
-ENDE :
"şu" veya "o" işaret zamiri olarak kullanılan bir kelime.
Örnek :
"endeni versee"(Onu verirmisin.) "orda endeni dinleyen bile olmamış"(Orada onu dinleyen bile olmamış)
-HU :
"0","şu" anlamlarında zamir olarak kullanılır.
Örnek :
"Hu,ni deyi be?" (O (şu) ne diyor be?)
-ÖTAN,ÖTANIN, ÖTAKA :
"Öte yan","Öte yanın","öteki yaka" gibi anlamlarda kullanılan ve yer zarfı olarak kullanılan bir kelimedir.
Örnek :
"Ötanındakine bişe demicenmi?" (Öteyanındaki kişiye birşey demiyecekmisin?)"ötana git gız!" (Öte tarafa git kız!)
-BÖYÜN :
"Bugün"
Örnek :
"Böyün hava yaaşlı" (Bu gün hava yağışlı)
-BAKAAN :
İstek anlamlı bir fiil cümlesinin yüklem olan fiilinden sonra kullanılır ve o fiilin anlamını pekiştirmeye yarar. "bakalım" anlamında kullanılır.
Örnek :
"Beri gel bakaan" (beri gelmeni istiyorum)."Anlat bakaan"(Anlat bakalım.)"dinle bakaan" (Dikatlice dinle,iyi dinle bakalım.)
-HIH :
"İşte" kelimesi yerine kullanılan ve daha çok bir şeyin olduğunu belirtmek veya pekiştirmek için kullanılan bir kelime.
Örnek :
"hıh düştü" (işte düştü)
-HİNDİ :
"Şimdi" anlamında bir zaman zarfıdır.
Örnek :
"hindi yanına gelecen" (şimdi yanına geleceğim)
-MEH :
"al,buyur" anlamlarında kullanılır.
Örnek :
"Meh bunuda götür" (al bunuda götür.) Aynı sözcük bir isteğin gerçekleşmemesi sonunda oluşan öfkeyi ve bir fırsatın elden kaçtığını belirtmek içinde kullanılır. "meh getirdi" (Getirmedi) "Bi da meh gidersin" (bir daha gitme fırsatı bulamazsın.
-ÇİM (ÇİMMEK):
"banyo yaomak anlamında bir fiildir.
Örnek :
"Bu gün çocuğumu çimdirdim."(Bu gün çocuğuma banyo yaptırdım.)
-YU (YUMAK) :
"Yıkamak" anlamında bir fiildir.
Örnek :
"Elini eyi yu" (Elini iyi yıka)
-GERE(GEREMEK):
"Kapamak" anlamında bir fiildir.
Örnek :
"kapıyı geremeyi unutma" (Kapıyı kapatmayı unutma)
-BALGI(BALGIMAK):
"rahat bir şekilde bolluk içinde yaşamak" anlamında bir fiil (Az kullanılıyor).
Örnek :
"Amat,Üsen a'nın köydeki baçasında balgıyı" (Ahmet Hüseyin ağa'nın Köydeki bahçesinde bolluk içinde dıştan yaşıyor.)
-SEYİR(SEYİRTMEK):
"koşmak" anlamında bir fiil.
Örnek :
"Seyirdirken üstünü başını batırmış"(koşarken üstünü başını kirletmiş)
-BATIR(BATIRMAK):
"Kirletmek" anlamında bir fiil.
Örnek :
"Çalışırken üstünü batırmış"(çalışırken üstünü kirletmiş)
B-Yazı Dilinde olan Ancak Kumlucada farklı konuşulan kelimeler:
(Bütün fiiller söylenirken kelime kökünden sonraki gelen ünlüler uzatılarak ve ekteki bazı ünsüzler düşülerek telaffuz edilir.) Örneklerde bu durum,uzatılan ünlülerin üzerine kısa çizgi işareti konarak ve iki ünlü kullanılarak gösterilmiştir. Ayrıca Hem fiillerde hemde hem de isim ve isim soylu kelimelerde genizden çıkarılan "n" sesi farklı seslendirildiğinden bu tür örneklerde da "n" sesinin üzerine "~" işareti konulmuştur.)
-OLUYU =
"oluyor"
-GELMEEYİ :
"gelmiyor."
-GİTMEEYİ :
"gitmiyor"
-OLMAACAK :
"olmayacak"
-OKUMACAN :
"okumayacağım"
-OKUUCAN
"okuyacağım."
örnek =
"Olmaacanı anlasıra gitmeecen dedi" (Olmayacağını anlayınca gitmeyeceğim dedi.) "Bu oğlan okumacaan deyi" (Bu oğlan okumayacağım diyor.)
-DURUYU =
"duruyor"
örnek =
"O,dünden beri yerinde duruyu"(O,dünden beri yerinde duruyor)
-GIR, GIRIV (GIRMAK, GIRIVMAK)=
"kırmak kırıvermek"anlamında kullanılır.
örnek =
"Hele bu sergedeye,domatisin fisilini gırıvdı" (hele şu yaramaza,domatesin yeni yetişen taze sürgününü kırıverdi.
*Nİ?
"ne?"
örnek =
"ni zaman gidivdin"(ne zaman gidiverdin)
*NEETÇEN
"ne yapacaksın,ne edeceksin"
örnek =
"neetçen endenleri?"(onları ne yapacaksın)
*SABAALA,AAŞAMLA, İLKİNDİN
= sabahleyin,akşamleyin,ikindin
Örnek =
"sabaala erkenden naylona çalışmaya gidiyiz, aaşam garangısında dönüyüz"(sabahleyin erkenden seraya çalışmaya gidiyoruz, akşam karalığında dönüyoruz.)
*GONUŞURKENE,GİDERKENE, ÇALIŞIRKENE
Konuşurken,gidiyorken,çalışırken.
Örnek =
"Ulan gonuşurkene lafımı kesme" (be adam konuşuyorken sözümü kesme)
*BİŞEE
= birşey
Örnek =
"ana yaa! oluna bişee de."(Anne yaa! oğluna birşey söyle.)
*PÜSTÜT
bisküvi
Örnek =
"dükkandan bi kilo lokumla,bi kilo püstüt algel" (Bakkaldan bir kilo lokum ile bir kilo bisküvi al gel)
*YANAA
oraya,orası,yanın
*GOY,GOYUVU
koy,koyuver
Örnek=
"endeni yanaa goyuvu"(onu yanına koyuver)
*YÔRT
yoğurt
Örnek =
"bazardan yôrt aldım" (pazardan yoğurt aldım)
*ÇIKARAAN,GİDEEN, VARAAN
çıkarayım,gideyim,varayım
Örnek =
"gideen,varaan dedim"(gideyim,varayım dedim)
*BUBA,ANA,ABA
baba,anne,abla
*GUMUCA/KUMUCA
KUMLUCA
Endeme = Fide
Dimi = Şalvar
Sındı = Makas
Mıh = Çivi
Dıkım = Lokma
Yemiş = İncir
Dıngıl = Zayıf
Tığ = Şiş
Darı = Mısır
Yağlık = Mendil
Şibbek = Lastik terlik
Dünek = Kümes
Namısa = Cibindirik
Ensi = Ucu yanmış odun
Çaput = Parça Bez
Gilik = Çekirdek
Ölet = Salgın
Ölgülük = Ölü evi
Göce = Buğday yarması
Gebeş = Şişman
Haranı = Tencere
Dernemek = Toplamak
Kavuk = Yumak
Tirik = Sincap
Bakır = Metal Kova
Gıya = Amcaoğlu
Oba = Gezme
Bağırtlak = Çocuk önlüğü
Cibi = Civciv
Gulu = Hindi
Dul = Rüzgar görmeyen yer
Uğratmak = Yolcu etmek
Mızgamak = Uyuklamak
Fordal = Kilim
Heybe = Çanta
Topan = Yastık çeşidi
Gabaş = Kel
Endikmek = çekinti etmek
Tünmek = Zıplamak
Didek = Gaga
Kıh = Giyi
Dıllamak = Asmak
Dallamak = Kaldırmak
Fıydıklamak= Hızlıca atmak
Ebişmek = Sırtına binmek
Tiske = Fiske
Sırt = Giysi
Dürmek = Katlamak
Culutmak=Kara kara düşünmek
Cumbur = Yabani üzüm
Keme = Küçük fare
Suluk = Lavabo
Vıykırmak = Çığlık atmak
Çemkirmek = Bağırarak karşı gelmek
Yargın = Sırt
Üstdon=Kadınların giydiği şalvar
Yamalık = parça Bez
Duşak = Engel olan
Kaygınca = Dana burnu
Çötmük = Bel
Önge = Taş
Eslenmek = Seslenmek
Dığan = Tava
Yolak = Patika Yol
Hortlamak = Küsmek,darılmak
Dernemek = Toplamak
Boşak = Geride kalanlar
Alacık = Bir çeşit Çadır
Alat = Yem Koyma Yeri
Geveğen = Bir tür ot
Ece,Aga,Gaga = Ağabey
Takı tuku = Ufak tefek Eşya
Götlen = Akarsu
Vicivici = Cana yakın
Tabla = Senit
Muşmak = Şapkanın uç kısmı
Köşek = Deve Yavrusu
Koruk = Ermemiş,ekşi
Çiltim = Üzüm salkımı
Çingil = Ufak kova
Kesik = Kanal
Döndereç = Ekmek Çevrilen
Peşkir = Havlu
Duma = Nezle
Iskıran = Hamur kesilen alet
İzemek = Dar Yol
İşlik = Gömlek
Islak = Yaş,nemli
Fistan = Kadın Elbisesi
Dastar = Yazma
İstirpe = Kibrit
Lobya = Fasulye
Gabaş = Boynuzsuz hayvan
Oba = Gezme
Kıpırdak = Hareketli
Kümük = Küçük kulaklı
Öğrek = At Sürüsü
Irak = Uzak
Beze = Yuvarlak Hamur
Han=Suluk
Muar = Çeşme
Ümzük = Çaydanlığın ucu
Sibek =
Beşiğin ortasındaki deliğe yerleştirilen,bebeğin çişinin akıtıldığı pişirilmiş topraktan yapılmış derince kap.
Tote =
Çocuğun yeni yürümeye başlaması.
Göbet =
Derede suların toplandığı geniş ya da derin yer
Tepit =
Köpeğe verilen ekmek(az pişmiş)
Eynel =
Tarlada bir seferde işlenebilecek bölüm.
Ardılmak =
Kolları ile asılarak yaslanmak
Fırışka =
Esintiyle karışık yağmur
Tepsimek =
Ekmeğin saca yapışmayacak kadar pişmesi.
Baylan =
1. Yaramaz -2. Çıt kırıldım, dayanıksız.
Ger =
Gri ile kızıl arası renk (Ger ördek)
Gurk =
Kuluçkaya yatacak tavuk.
Pürü =
Kuruyup, dökülerek yerde bir tabaka oluşturmuş ağaç yaprakları.
Pılçılmak=
Kumaş ya da dokuma türü sergilerin uç kısımlarının dokumasını bozulması.
Dengilmek=
Dirseği yere dayayıp,avuç içi ile başı destekleyerek yana doğru yaslanmak.
Dürüm =
Üç yufka ekmeğinin iç içe muska şeklinde katlanması.
Külür =
Mısırın daneleri alındıktan sonra kalan kısmı, koçan.
Çemremek =
Kol ya da paçaları geriye doğru sıvamak.
İteğ =
Senitin altına yazılır
Dibek =
İçinde buğday dövülen oyulmuş büyükçe taş.

* SEBZE MEYVE İSİMLERİ *
-DOMATİS
domates;
-BÜBER
biber
-BADILCAN
patlıcan
-FASİLLE
fasulye
-SUVAN
soğan
-MANDİLİN
mandalina
-PORTAKIL
portakal
-MALUR
marul
-İLİMAN
limon
Örnek :
"büber laylonunun içine diktiim fasillelerden, badılcanlardan fazla para gazandım" (biber serasının içine diktiğim fasulyelerden, patlıcan serasından fazla para kazandım.)
*BAAÇA
bahçe
Örnek :
"portakıl baaçasının kenarındaki sıraya bi mandilin,bi ilimon aacı diktim" (portakal bahçesinin kenarındaki sıraya bir mandalina,bir limon fidanı diktim.)
-LAYLON =
"Naylon,sera"
Örnek :
"bi naylon büber,bi naylon badılcan diktim" (bir sera biber,bir sera patlıcan diktim)

NALLIHAN YÖRESEL AĞIZ ÖRNEKLERİ



aba abla
abanma bir şeye veya birine belli bir güçle yaslanma
acans haber
ağdırık dengesiz, bir yana eğilmiş, kaymış
ağız yeni buzağılamış inekten sağılan koyu kıvamlı ve sarımtırak ilk süt
ağnanma, annanma hayvanların yatarak ve sırtlarını yere sürterek kaşınma işlemi
ahretlik arkadaş, kardeş kadar yakın olan kişi, özellikle kadınlar kullanır.
akbak bembeyaz
alat ahlat
alma elma
Amet Ahmet
anadut buğday sapı yüklemeğe mahsus ikisi altta biri üstte üç kollu alet
anca ancak
annaç karşı taraf
annaçda gözle bakılan istikamette, karşı tarafta
annamak anlamak, bakmak, gözlemek
annamamak anlamamak, aldırış etmemek
apdeslik el yüz yıkama yeri
Apdılla Abdullah
apıldamak çocuğun emekleyerek yürümeğe başlaması
armıt armut
Aşa Ayşe
aşa malle aşağı mahalle
aşam akşam
aşık atmak :birine özenip onun gibi yapmak, yarışmak
aşlamak :üzerine su ilave etmek, aşı yapmak (ağaç için)
avıl :ağıl koyunları barınağı
avırşak :yün eğirmekte kullanılan elde çevrilen tahtadan alet
avırşaklanma :kız çocuklarında göğüslerin belli olmaya başlaması
avıtmak :oyalamak, aldatmak
avla :çalılarla yapılmış sınır
ayak yolu :tuvalet
aydın :ayçiçeği
âzı (ağzı) havalı :kendini beğenmiş
âzı (ağzı) pek :sır vermeyen, ketum
azınsamak :az görmek
bacalık :baca kenarında ufak tefek şeylerin konulmasına müsait yer
baçe, baça :bahçe
badak :hayvanların iğdiş edileni
badılcan :patlıcan
baya :oldukça, çok
baynımak :gelişmek, büyümek
bazlama :Evde pişirilen ekmek
beddedek :aniden, saygısızca, dangalakça
belenmek bulaşmak
belleme toprağı bel ile işleme
benildeme aniden uyanmak, sayıklama
benillemek habersiz ve ani bir hareket karşısında irkilmek
beriberi gelme üstüme üstüme gelme
berkitmek burkulmak
beygir at, kısrak
bıdak budak
bıdımıcık küçücük
bıldır geçen yıl, bir yıl önce
bıtırak dikenli bir otun dikeni
bıza buzağı
bızıklamak şuursuzca sağa sola atlamak, koşmak (argoda parmak atmak)
bızlamak doğurmak, yavrulamak (inek için)
bonduruk boyunduruk
boylu, yüklü hamile
böber biber
bödelek böbrek
böğür vücudun yan tarafı
börtme mangalda hafifçe kızartma
böyün bugün
bulama pekmez ağdası
bulduda bunuyor bulduğunu beğenmeme
bungun sıkıntılı
buva baba
buyday buğday
buzağı yalamış gibi saçını ıslatıp yatırarak tarayan kişi.
bük çeltik tarlalarının toplu bulunduğu tarla
büzgülü iple bağlanmış
canavar kurt
car car bağırmak birine kavga edermiş gibi bağırmak
cember eşarp
ceyran elektrik
cıbıl-cıscıbıl hiçbir şeyi yok.
cılk bozuk, içinde ölü civciv bulunan yumurta
cımbıldak sütü bozuk, ahlakı bozuk
cımbıldaklık etmek kaypaklık etmek
cımbıldatmak çalkalamak
cırmalamak tırmalamak
cızlavat lastik ayakkabı
cicik meme
colluk hindi
cortlak tavuk kuluçkadaki tavuk
curu sulu
çabıt bez
çalmak sürmek ( koku, yağ )
çebiş 1 yaşında keçi yavrusu
çekelez sincap
çekik çekirge
çepelli içinde çöp parçaları olan, karışık
çerçi seyyar satıcı
çezgi dokuma ipi
çığı öküz arabalarının kasalarını yükselten yan çıtaları
çığırmak bağırmak, seslenmek, türkü söylemek
çıkı mendile benzer bez parçası.
çılıngı kıvılcım
çıra gibi kırmızı yüzlü sağlıklı kişi, çok kızgın
çırpı gibi çok zayıf
çırpı iyice kurumuş, kabukları bile ayrılmış ince ağaç dalları
çillenmek küf tutmaya başlamak
çitlemik çitlembik ağacı ve meyvesi
çomak kısa değnek
çon kalça, sırt
çonsuz belinde pantolon durmayan
çotuk gibi kısa şişman kişi.
çotuk meşe kökü
çölmek toprak tencere
çönmek yarı oturmak, çömelmek
çövdürmek işemek
çul genellikle kıldan yapılan kaba dokuma
çulfalık çul dokunan tezgah
çullanmak eskimek, üzerine atılmak, tebelleş olmak
çullu eski püskü
daklaşmak husumet bağlamak, sataşmak
dalamak ısırgan otunun kaşındırması, köpek ısırması gibi anlamlarda kullanılır.
dam ahır, düz çatı
davıl davul
davılcı davulcu
davşan tavşan
dek dur uslu dur
denk gele galmak raslantı sonucu karşılaşmak.
depik tekme
dığdılamak tığla yama yapmak
dıkım lokma
dıkınmak abur cubur yemek
dırmık tırmık
dırnak tırnak
dibek keşkek hazırlamak için kullanılan içi oyuk taş
dildombak şeftali
dillemek dedikodu etmek, kötülemek
dinelmek ayağa kalkmak, ayakta durmak
dingabak gitmek. kafa üstüne düşmek.
dingildek eğreti duran
dingildemek sallanmak
diyil değil
diyren dirgen, sap atmakta kullanılan demir veya ağaçtan çatal uçlu saplı alet
diyze teyze
dokdur doktor
domatiz domates
dombay camız, manda.
don kesti güzün ekilen buğdayın çürümesi.
döşek yatak
dürmek katlamak
düşe yazmak düşmeye ramak kalmak.
düve 1-2 yaşında inek
ebem kuşa gök kuşağı
eletmek iletmek, götürüp vermek
emecen, imilcen kertenkele
emendirmek yormak
emenmek bir yere gelmek, varmak
emme ama, amma (birine kızıldığı zaman fiilden sonra kullanılır)
enseri çivi
erezi reze, kapı mandalı
erinmek üşenmek
esi ucu yanmakta olan ya da közlü odun parçası
esirik şımarık, küstah, ne yaptığını bilmeyen
eskileri yıkama çamaşır yıkama.
eşek baklası iri fasülye, bakla
eşme dere kenarındaki kaynak su
eşmek bir yeri kazmak
evecen aceleci
evermek evlendirmek
evle hayvanın boynunu boyunduruğa sabitleyen yan çubuk
evlek yaklaşık bir dönümlük ekilebilir alan
eyleşmek ikamet etmek, kalmak, oyalanmak
ezen ezan
fasille fasulye
feldir feldir dönmek etrafında fır dönmek.
Femi Fehmi
fıçı gibi sağlıklı,yapılı kişi.
fırıldak ağaçtan yapılan ilkel, rüzgarla dönen çocuk oyuncağı
fışkın ağaçta o yıl içinde oluşan sürgün, taze
fıydırmak atmak, fırlatmak
filke musluk
firenk kilit
fistan kadın giysisi
fişteklemek aleyhinde konuşarak kışkırtmak
folluk tavukların yumurtaladığı yer
gabcık küçük kabuk, mermi kovanı
gabcık gibi ince zayıf.
gabık kabuk
gacım kardeşim, birbirini kardeş gibi görenler arasında küçüklere de söylenir
gak meyve kurusu
galbine dammak içine doğmak, hissetmek
galdır gavşak yıpranmış, her yeri dökülen,
galik kopçalı naylon sandalet
gamaşmak yüzü buruşmak, güneşten gözleri iyi görmemek
gambır kambur, beli bükülmüş
gancık dönek kadın, dişi köpek
ganı genişlemek. üzüntünün azalması.
ganı yanmak. şüphelenip üzülmek
ganı yukarı yatma. sırt üstü yatmak.
ganırtmak bükmek veya yerleştirmek için eğmek
gapaklanmak yüz üstü yere düşmek
gapbe kahpe
garabakal karatavuk
garagovuk baharda toplanan ve yenebilen bir ot türü
garaguş kartal
garaltı karanlık gölge
gardaşlık arkadaş, genelde asker arkadaşlığı
gaşa kaşağı
gatık katık
gatır katır
gave kahve
gavırma kavurma (et)
gavıt üvez, ahlat meyvelerinin kurutulup öğütülmesinden elde edilen kahveye benzer toz, kavurulmuş nohuttan elde edileninin rengi sarımsıdır.
gavi dayanıklı, güçlü
gavşamak gevşemiş, kullanılmaz hale gelmiş
gavut gibi tatsız tuzsuz.
gayış kemer, uzun ve şerit halinde kesilmiş kösele
gayış gibi çok kirli, üzeri kir tabakasıyla kaplı
gaykılmak bir tarafa yatmak
gelberi fırın temizleme aleti, nal çakılacak ayak tırnağını düzeltmeye yarar keskili alet
gı kadınlar arasında hitap
gıbış gıbış yavaş yavaş geliyor.
gıdıgıdına yetmek zar zor yetmek
gıdım gıdım. ağır ağır,azar azar
gılçan büyük örtü (tiftik yününden yapılır)
gımıl gımıl etmek yavaş yavaş,ağır ağır hareket etmek.
gımıldamak kıpırdamak
gınnap sicip, dayanıklı ip
gıran girmek hepsi ölmek
gırgombak gitmek aniden düşmek, çuval gibi yığılıp kalmak
gırnata zurna
gısır kısır, döl vermeyen
gıvıl gıvıl çok fazla miktarda ve yerinde durmayan
gıyamet gibi pek çok, çok fazla.
gıyır gıyır çok küçük parçalara ayrılmış, kurtlanmak, kurt kaynamak
gicirgen ısırgan otu
gidem bari yapacak başka bir şey yok gidelim artık.
gocana amca eşi, yenge
gocava amca
gonç çorabın topuk kısmı
gonu gomşu konu komşu
gopça agraf
gorcu köy bekçisi, korucu
govan arı kovanı
govuk ağaç oyuğu
göcen tavşan yavrusu
göde şişman.
göğermek yeşermek, yeşil renk almak
göğnü dönmek midesi bulanmak.
gök olgunlaşmamış meyve
gökdon kadınların sokakta giydiği oldukça bol don
gökgözlü saflık eden, enayi
göynek gömlek, gecelik uzun giysi
gözemek şişle yama yapmak
gözer iri gözenekli kalbur
gubarmak çalım satmak, büyüklenmek
gubaşık karşılıklı iş yapmak, aynı evden kız alıp aynı eve kız vermek
gulak tözü kulağının arkası.kuzluk vakti.seher vakti.
gumbül patates
gunnamak kedi, köpeğin doğurması
gurba kurbağa
gursak mide, karın
gurtlanmak kurt kaplamak
gurum satma caka atmak, havalı olmak
gusmuk istifra eden kişinin çıkardığı şey
guş ekme madımak, kuş ekmeği
guşluk sabahla öğle arası vakit
gübür gübre
gücü gurumak üzülmek
gücük kısa, boyu kısa olan
güdü parası çoban parası.
güğüm su kabı
güme üstü toprakla örtülü basit baraka
güzine soba
habar atmamak konuşmamak,küsmek.
Haçca Hatice
hakına 1-2 yaş arası yavrulu keçi
hakırdamak kıkır kıkır gülmek
Halibirem Halil İbrahim
hamamlık yatak odasında bulunan dolap gibi kapaklı yıkanma yeri
harar büyük çuval
harık sebze ekilen yolak
haşindi şu anda
hatıl kalın ve uzun çivi
hatıl gibi çok soğuk
hayat avlu, evin duvarla çevrili geniş girişi
herek sırık
hevle helva
hımpalamak sarsarak hırpalamak
hınkırmak burnunu temizlemek, sümkürmek
hırca küçük
hırcacık küçücük
hışdamamak ses çıkarmamak
hora geçmek işe yaramak, memnun etmek
horuz horoz
ıbrık ibrik
ıccak sıcak
ıfak küçük
ıkıl ıkıl soluk soluğa
Irmazan Ramazan, ramazan ayı
ışımak aydınlanmak
İbirem İbrahim
içine dammak. sezinlemek.
içirik birbirine karışmış paçavra
içirik gibi çok kirli.
idare lambası içine gazyağı doldurulan ve ağzında fitili bulunan küçük aydınlatma aracı
ifil ifil rüzgar ifıl ifil esiyor.
ileen leğen
ilikmeç atma ipi çözülmeyecek şekilde düğümleme
ilistir kevgir, süzgü
ilkindi ikindi vakti
imanna bir sürü, çok
imik boğaz
İmin Emin
İmine Emine
ineter anahtar
ipil ipil rüzgarın hafiften esmesi.
irezil rezil, sefil
İsmil İsmail
işkilli kuşkulu
işlik gömlek
itdirse arpacık
ivil ivil eli işe yatkın
ivitlemek ayıklamak.
kabak çıktı karpuzun ham çıkması
kalbine dammak kalbine doğmak, hissetmek
kavlamak bir şeyin kabuğunun soyulması
kayış gibi zayıf bakımsız saman gibi.yavan tatsız, tuzsuz.
kelek çıktı olmamış ham kavun.
kelem lahana
kese kısa, kestirme
kesene götürü, toptan iş
kırı eşek yavrusu, genç katır
kırıntı ufalanmış ekmek, kışlık odun için baharda budanıp kuruduktan sonra sonbaharda taşınan çam odunu
kırklık yün kırkmakta kullanılan kanatları ayrılabilir makas
kışalamak tavuklar için kovalamak
kirez kiraz
kostak fiyakalı
kölü köylü
kösül kösül nefesi kesilmiş halde
kösülmek takatsiz kalmak, yorulmak
kösüre taşı bıçak bilemeye yarar biley taşına benzer taş
kösürelik kösüre taşlarının çok bulunduğu yer
köv köy
kupa bardak
kümük basık, küçük burun
künge toz, pislik.
kür üzümü böğürtlen, tilki üzümü
kür böğürtlen çalısı, dikenli çalı
kürtün kar yığını
kürümek kar temizlemek
küskü taşa veya duvara delik açmak için kullanılan uzun, ağır ve bir ucu sivri demir,
küskü yemek mecaz: dayak yemek
laf gavıtlamak lafı değiştirmeye uğraşmak
laf satmak laf etmek, dedikodu etmek
makana makarna
malim olmak içine doğmak, hissetmek
malim muallim
Mamıt Mahmut
mana bulmak ayıplamak
mancar ilkbaharda çalılar arasında yetişen yabani pancar bitkisinin yapraklarına verilen ad
marıl marul
mayıs yaş hayvan pisliği
mayışmak uyuşuk olma
meccane bedava, beleş
melmel bakma avanak avanak bakma.
Memedeli Mehmet Ali
Memet Mehmet
mevzek boşboğaz, ağzında bakla ıslanmaz
mezer mezar
mezerlik mezarlık
mık hayvan nallamakta kullanılan kalın başlı çivi
mıkdar muhtar
mıkmak sıkmak, boğmak
mındar mundar (etinin yenmesi haram hayvan)
mısmıl musmul (mundar olmadan (ölmeden) kesilen hayvan)
mıymıntı yapışkan, hoşlanılmayan kimse
mızıldak durmadan ağlayan, şikayet eden
mintan gömlek.
misir mısır
mumbar et sucuğu
müzevir haber getirip-götüren, dedikodu yapan
nadim olmak pişman olmak.
namazla seccade
ne gıballı neyin nesi
nüzül inme
ocaklık ateş yakılan yer şömine
okumak düğüne davet etmek
oyulganmak karıncalanmış gibi içten içe yanmak, kıvrılarak hareket etmek, yılanvari
öbül öbül gelmek gayretli, nefes nefese gelmek.
öcül öcül bakmak saf ve dikkatli bakış ( çocuklar için )
öle namazı öğle namazı
öle öyle
örende bir, bir buçuk metreye yakın uzunlukta ucu çivili sopa, nodul, üvendire
öretmen öğretmen
ötürmek koyun-keçi için ishal olmak
paleze paluze (nişastalı, şeker ve meyveli tatlı)
pamık pamuk
pekemek kapatmak engellemek
pendir peynir
peşgir havluya benzer bez dokuma
pılıpırtı yatak-yorgan eşya.
pırtı giyim eşyası
pısmak sinmek, saklanmak
pıyır pıyır giyinmek çabuk çabuk giyinmek.
pilit palamut, meşe palamudu
pontul pantolon
porasa pırasa
porum caka satma
pörtlek normalden büyük, acayip gözüken göz vb.
pösteki yünlü koyun, keçi derisi
saan sahan, metal tabak
saba sabah
sabaliyin sabahleyin
saccak sacayak, demirden üç ayaklı tencere altlığı
Sadılla Sadullah
salma salmak imece iş için gelemeyenlerden toplanmak üzere belirlenen ücret
salma çocuk sallamak için genelde tavana asılı çocuk yatağı, kadınların başına bağladıkları büyük dış yazma, çember
saman çuvalı gibi şişman ama güçsüz kişi.
samıt dilsiz, kulağı duymayan
samsak sarımsak
sapa tenha, ıssız
sapıtma şaşırma
savutturmak atıp fırlatmak
sebet gibi olduğu yere çakılı gibi oturma, kalkmaya niyeti olmama
sebet sepet
sergen tavana yakın raf
sergi gibi çokluk içerir.
seyitmek koşmak
sınmak yılmak, korkmak
sırım gibi çevik atletik yapılı.
sırtmaç sığır çobanı, sığırtmaç
sıyıttırmak belli belirsiz değerek geçmek
sivtinmek kararsız halde dolaşmak, bitlenmiş gibi kaşınıp durmak
siymek işemek
soğukluk yemek sonrası veya sohbet sırasında yenen meyve
son kocası, bun kocası yararsız ikinci eş için söylenir
sovan soğan
söbe oval
söve kapının tutunduğu kenar
sumsuk yumruk
suyu sağılmış suyu kesilmiş, kurumuş
Sülüman Süleyman
şindi şimdi
şişek bir yaşından büyük dişi koyuna verilen ad
tafra sinir
takaza eziyet
tarna tarhana
tavlı şişman, semiz
tavsımak hiddeti azalmak
tebelleş olmak sırnaşmak, askıntı olmak, rahatsız etmek
tekeye gelmek keçinin çiftleşme arzusu göstermesi.
tellik terlik
temek küçük ahır penceresi
terevi namazı teravih namazı
terezi terazi
tevek kabak bitkisinin dalları
teze taze
tır tır olmak ishal olmak
tille semere açık uçlarından bağlı, yükü alttan kavrayan U şeklinde ip düzeneği.
tiyare tayyare, uçak
tokaç ağaçtan yapılan, çamaşır yıkamakta kullanılan araç
toklu bir yaşından büyük erkek koyuna verilen ad
tombalak yuvarlak
tonç ekili arazide toprak yükseklik
tosba kaplumbağa
tovuk tavuk
tumba pancar
turşumak yüzünü ekşitmek
tülü küçük şeftali
tülümek kesilmiş tavuğun tüylerini yolmak, tütsülemek
ugada o kadar
unaçca bir güzelce, iyice, ürkütmeden
urba elbise
urgan hayvanların başını bağlama için kullanılan kalın ip
urup 3 kg.lık buğday ölçeği
uyuntu mız mız
uyvaşık uyvaşık yürümek gönülsüz yürümek.
ümük gırtlak, boyun
ünnemek seslenmek, çağırmak
ürüsger rüzgâr
Ürüstem Rüstem
Üsün Hüseyin
üşengeç bir işi yapmak istemeyen
vıdı vıdı etmek gevezelik etmek.
vıyaklamak canı yanmış gibi ses çıkararak gitmek
yaba saman küreği
yağlık havluya benzer elbezi, mendil
Yakıp Yakup
yal gibi tatsız tuzsuz.
yal hayvanları pişirelerek verilen yem
yalak hayvanların sulandığı su oluğu
yalamık çam ağacının kabuğuyla gövdesi arasındaki, yenebilen, tatlı ve sıvı madde
yalap diye gelmek çok çabuk gelmek.
yalap yalap parıl parıl,ışıl ışıl.
yalaz soğuk veya yağmurun bir an gelip geçmesi
yalıngı alev sıcaklığı, alaz
yamık yamuk
yamır yağmur
yampiri eğri büğrü yürüyen
yamru yumru eğri büğrü
yaranmak sempatisini kazanmak
yarenlik etmek ahbapça, dostça konuşmak, sohbet etmek
yarım yarsı 6 kg.lık buğday ölçeği
yarımna 12 kg.lık buğday ölçeği
yarsıtmak heveslendirmek
yası yatsı vakti, harmana toplanan ekin saplarının dövenle dövülmesi sonucu yığının sıklaşıp düzelmesi
yavı münasebetsiz, tuhaf
Yaya Yahya
yaymak hayvan otlatmak
yelbir yelbir gezmek aylak aylak gezmek.
yemiş incir
yence hafif
yermek kötülemek
yımırta yumurta
yonga kesilen, yontulan ve rendelenen odundan çıkan parçacıklar
yosa yoksa
yoz davar erkek ve kısırlardan oluşan davar sürüsü.
yuka malle yukarı mahalle
yukacık incecik (giysi için), hafif
yumak 1-yıkamak 2-ip topağı
yumuk kısık gözlü
yunmak yıkanmak
yuntu suyu bulaşık suyu
yüklük yatak, yorgan konan gömme dolaba benzer yer
zaldır zuldur gezmek amaçsız gezmek.
zangır saf, enayi, gelişigüzel konuşan
zati zaten
zebil çok, bol, bedava
zemheri kara kış
zencir zincir
zerdeli kayısı
zevle boyunduruk yan çıtası
zevzek ne dediğini bilmez
zıbarmak yatmak, uyumak
zıddına zıddına gitmek inatlaşmak.
zıngıldak sallantılı
zıngıldamak (diş) sallanmak, oynamak
zırtalmak küstahça karşı gelmek
zibil gibi çokluk içerir.
zilif zülüf
zoba soba

KONUŞMA AĞZI(ŞİVE ), SÖZCÜKLER ve SÖZCÜK ÖBEKLERİ
Konuşurken sözcük için deki(r) ler ve(ğ)ler pek vurgulanmaz. Örneğin; geliyorum-geliyom, geleceğim-gelecem diye telaffuz edilir. Sözcük başındaki kimi(k)lar da(g)olarak söylenir. Örneğin; kabuk-gabuk gibi. Derleme : Mehmet Sarmaz




Kars'ta Ağız Özellikleri - 19-03-2007


Karmaşık bir toplumsal yapısı olan Kars’a çeşitli zamanlarda birçok Türk oymağı yerleşmiştir. Bu nedenle zengin bir folklora ve değişik ağız özelliklerine sahiptir. İlin zengin ova ve yaylaları, öteden beri sınırdaş Türk oymaklarını çekmiştir. Yöre hayvancılıkla geçinen göçerlerin uğrağı, doğu kökenli birçok Türk oymağının, pek çok da Azeri’nin yerleşim yeri olmuştur.Karapapak ya da Terekeme, Dünbüllü ya da çarıkçı, Kaçar, Türkmen, Ayrım, Avşar, Bayat, Muğan oymakları değişik zamanlarda yörenin değişik köy ve kasabalarına yerleşmiştir. Bunlarda kendi aralarında kimi kollara ayrılır. Bu oymakların ağız özellikleri de birbirini etkilemiştir. Yerli Kars ağzı da kendi arasında Kars köylü ağzı, Zarşad (Arpaçay) ağzı, Bardız, Şüregel ağızları gibi kimi ayrımlar gösterir. Aralarındaki küçük ayrımlara karşın bu ağızlar özde benzeşirler.Ağız özellikleri yörelere göre değişken bir yapı gösterirse de egemen dil özellikleri Azeri lehçesini anımsatır. Yerel ağzın başlıca özellikleri şunlardır:a/e : Dene (tane). Teref (Taraf). Zerer (Zarar), hefte (Hafta)a/é : Héyvan (Hayvan, Eşk (Aşk)a/ı : Davı (dava), hıyal (hayal)a/u : Oruyu (oraya), hovuz (havuz)e/a : Alma (elma), havla (helva), sahta (sahte)e/i : Kise (kese), geciyi (geceyi)e/ö : Öv (ev), Övlat (evlat), zövk (zevk), dövlet (devlet)ı/i : İldiz (yıldız), il (yıl), İydir (Iğdır)i/a : Sahap (sahip), sahal (sahil)i/e : Şeher (şehir), cevan (civan), nene (nine)i/é : Çok görülen bir ses değişmesidir. İlk hecedeki i sesi, genellikle é ye dönüşür, éşit (işit), néçe (nice), héç (hiç)i/ı : Gazı (gazi), zalım (zalim), fanı (fani)i/u : Yahidu (Yahudi), fulan (filan)i/ü : Şüşe (şişe), cüt (çift), müsafir (misafir)i/y : Ayle (aile), kayde (kaide)o/ö : Söhbet (sohbet), öyne (oyna)o/u : Dohtur (doktor), urman (orman)u/e : Mehebbet (muhabbet), mehemmet (Muhammet)u/ı : yımırta (yumurta), vır (vur), bı (bu), hamı (kamu)u/i : Bizov (buzağı), dudi (dudu)u/o : Dodah (dudak), oyan (uyan)u/ü : Böyün (bugün), töyfe (tuhfe), möhteber (muteber) u/u : Yugeri (yukarı), hüdüt (hudut)u/i : Kiçik (küçük), icret (ücret)ü/ö : Röya (rüya), böyük (büyük), Göyerçin (güvercin), möhlet (mühlet)Yerel dildeki ünsüz değişmelerinin başlıcaları şöyledir:B/p : Pit (bit), pozul (bozul), pütün (bütün)B/m : Mana (bana), min (bin)D/t : Taha (daha), tökül (dökül), tükan (dükkan)G/k : Könül (gönül), keş (geç)K/g : Gul (kul), gulah (kulak), gıbla (kıble), gesebe (kasaba)Kimi zaman ses değişmeleri; sözcük ortasında da olur:Mejbur (mecbur), göştü (göçtü), patişah (padişah), tehnif (teklif), esgi (eski), fegir (fakir), sahla (sakla), indi (şimdi)Kimi zaman da ses değişmeleri sözcük sonundadır. Gılıc (kılıç), heç (hiç), Eşih (eşik), helg (halk), zerel (zarar)Kimi zaman da ünlü türemeleri de olur: İraf (raf), irazi (razı), irazt (rast) gibi.Kars yerel ağzında ünsüzlerin yer değiştirmelerine sıkça rastlanır. İrbaham (İbrahim), gılba (kıble), surfa (sofra), örgen (öğren) gibi.Birde sözcük içinde yan yana bulunan iki ünsüzden ikincisinin aykırılaştığı görülür. Muhakgah (muhakkak), sekgiz (sekiz), bitdi (bitti) gibiYerel ağızda sık görülen ünsüz ikileşmelerine birkaç örnek: yazzıh (yazık), aşşıh (aşık), gezzep (kasap), yeddi (yedi).Kimi hallerde de ünsüz düşmeleri görülür; ildiz (yıldız), penir (peynir).Atasözleri: Yöre insanı, güç koşulların biçimlendirdiği yaşamında doğayla iç içedir. Ortak ürünlerin çoğunda olduğu gibi atasözlerinde de doğayla ilgili deneyimlere, izlenimlere, benzetmelere yer verilir. Yalnız bir cümleyle dünya görüşü özetlenir.Kars’tan derlenmiş atasözlerine birkaç örnek:Toyuk (tavuk) gaznan (kaz ile) yerise (yürürse). (Ayağını yorganına göre uzat anlamında kullanılır)Yumurtana göre gığılla (bağır). (aynı anlamdadır)Boyunduruk ne biler, zor camuşdadır. (Kişinin çektiğini, zorlukları tam olarak başkalarının bilemeyeceğini dile getirir.)İt başı honçada durmaz. (Honça, Kars’ta güveyin kız evine kuruyemişle doldurup üstüne renkli örtü örterek gönderdiği tepsidir. Bu atasözü, değerli şeylerin yanında değersiz şeylerin yakışıksız kalacağını anlatır.)İti gaya gölgesine bağlayıplar, öz kölgemdi deyip. (İti kaya gölgesine bağlamışlar bu benim gölgemdir, demiş.)(Toplumdaki yerini bilmek, başkasının gölgesinde büyüklenmemek gerektiğini vurgular.)Kurbağa deryaya işiyip en büyük balığa haber gönderipki, men bu deryaya ortağam. (Yukarıdaki atasözüyle aynı anlamdadır ve gereksiz büyüklenmenin gülünç kaçacağını açıklar.) Korun talaşına mı mum bahalıdır. (Mumum pahalı olması körün umuranda mı.) (görmeyen veya bakıpta değerlendiremeyenler için çevresinde olanlar bir anlam taşımaz manasındadır.) Sürüşen (sürçen) atın başı kesilmez. (Birkez yanılanı hemen gözden çıkarmamak gereğini anlatır.)